Daha baharın ortasında olmamıza rağmen otomobillerindeki klimayı açma gibi bir huyları var buradaki insanların. Hava güneşli ama burası o kadar da sıcak bir yer değil. Geçen gün buralı bir arkadaşın arabasına bindim, üşüdüm, meğer klima açıkmış, ilk kez çalıştırıyormuş. Başka birininkine bindim, o da aynısı. Aslında Karadeniz’de yazın ortasında bile klima çok gerekli bir şey değil, ama ısrarlar çalıştırıyorlar ve rahatsız oluyor insan.
Buralarda muhafazakâr toplumun sonradan görmeliği ya da desinler’e önem vermesi beklenen bir davranış biçimi olmalı. Kapalı bir toplum olduğu için yaşadıkları, sahip oldukları şeyleri bir şekilde dışa vuruyorlar, rahat değil hiç kimse. Ayların, yılların bastırılmışlığı fırsatını bulduğu anda ortaya çıkıveriyor. Bir taraftan cimrilik, eli sıkılık, yeri geldiği zaman gösteriş düşkünlüğü, savurganlıkla kendini gösteriyor. En lüks otellerde tatil yapma, en pahalı beyaz eşyayı alma, düğün derneklerde harcamaların sonunun olmaması gibi şeylerle kendini gösteriyor kapalı toplumlardaki sonradan görme insanların davranışları.
Bu davranışlar insan ilişkilerine de yansıyor. Herkes bencil, cimri, Anadolu insanının yüce gönüllüğünden pek eser kalmamış içlerinde, kendi çıkarının peşinde yaşıyorlar. Yeri gelince yalan söylüyorlar, konuları abartmaktan çekince duymuyorlar, kesinlikle samimi değiller. Böyle olunca küçük çıkarların etrafında insanlarla ilişkileri gelişiyor ve bir anlamda ilgiye muhtaç hale geliyorlar, bunu da yapabildikleri ölçüde lüks harcamalarla karşılamaya çalışıyorlar. Bu lüksü karşılamak için de çok çalışmaları ve aynı zamanda eli sıkı, bencil olmaları gerekiyor. Sonra para hayatlarının merkezine yerleşip tek geçerli yaşam hedeflerine dönüşüyor. Bu yolda her şey mubah oluyor, gerisi teferruat haline geliyor. Bir kısır döngü içerisinde para için yaşamaya ve sonra da bunu biriktirmede ya da lüks harcamalarda kullanma telaşına düşüyorlar. Buralarda herkesin hayali, taşrada çok para kazanıp birikim yapmak; ilerleyen yıllarda da şehir merkezinde lüks bir yaşama dönme şeklinde. Goethe’nin dediği gibi, insanlar gençliklerinde para için sağlıklarını harcıyorlar; sonra da sağlıkları için paralarını harcayacaklarından haberleri yok belki de.
Benim eski arabama laf ediyorlar; kendilerince yakıştıramıyorlar. Bugün Ankara’dan gelen bir veteriner abimizle konuştum, kendisi hiç motorlu taşıt kullanmadığını söyledi, ata biniyormuş, çok daha zevkli diyor. İşte Ankara’nın zenginleri de böyle, onları da az çok tanıyorum, ne kadar mütevazı olduklarını biliyorum. Oysa bizimkiler için son nokta lüks bir otomobil, oysa dünyada neler var görülecek. Benim için sorun değil eski arabaya binmek, Trabzon’da kimsenin arabası yokken bizim yeni arabamız vardı, babam 12 yaşımda falan öğretmeye başladı araba sürmesini bana, arabaların üzerinde büyüdüm, o yüzden eski bir otomobil kullanmak çok sıkıntılı bir şeymiş gibi gelmiyor bana. Gayet iyi işimi görüyor, her tarafa da gidiyorum.
Buralarda erkeklerle kızlar ayrı büyütülmüş, bundan dolayı kafaları başka türlü çalışıyor. Erkekler kadın mı gördü, lafı mı geçti; başlıyorlar konuşmaya, anlatıyorlar da anlatıyorlar. Herkes karısını, kızını eve kapatıyor, misafirliklerde bile haremlik selamlık yapıyor. Taşrada erkeklerin birden çok kadınla evli olması devam ettiği gibi, diğer birçok erkeğin de gönlünde böyle bir şey yatıyor, ikinciyi almaktan bahsediyorlar. Bu durum da bir başka görmemişlik oluyor.
Vezirköprü eskiden çok daha iyi bir yermiş. İnsanları çok daha modernmiş. Anlatılanlara göre, Vezirköprü’den ta Ünye’ye pikniğe gelirmiş insanlar, denize girerlermiş, akşama da dönerlermiş. Onlardan kimse kalmadığı da söyleniyor, çoğu büyük şehirlere taşındı. Yeni yetişen nesil malum, eski günleri arar hale getiriyor. Ne ekersen onu biçermişsin, olup olacağımız da kişiliği bozulmuş, toplumsal yozlaşmanın bir sonucu olan sonradan görmelik.