Türkiye yönetiminde söz sahibi
olanlar Suriye meselesinin muhasebesini yapmış, karını zararını hesaplamıştır. Elbette
ticaretin durması, Türkiye'ye gelen göçmenlerin maliyeti, muhaliflerin
silahlandırılması, lojistik destek sağlanması gibi maliyet unsurları çıkacaktır;
fakat Amerika bir kez Esat yönetiminin devrilmesine karar verdiğinden Türkiye'de
burjuvazi için aksi bir şekilde düşünmek rüzgara karşı işemek olacaktır. Dış
politikada bağımsız bir çizgi, komşularla iyi geçinmek, devletlerin iç işlerine
karışmamak gibi sözler kulağa hoş gelse bile hesap ortadadır. Suriye için süreç
başladı ve ilerliyor. Başı belli, sonu belli, tüccar zihniyetine göre bundan
gayrısı maceraya atılmaktır. Zaten bunların hepsi diktatör değil mi? İşte bir
de yüce bir amaç koyup önlerine devam edecekler, demokrasi götüren ülkelerin
kervanına katılacaklar. Burada solcular da bir bocalama geçirecek, "yoksa
bir diktatörü mü destekliyoruz" diyecekler kendi kendilerine, utanacaklar
ve fazla seslerini çıkaramayacaklar. Sağ siyasetçiler de buldukları bu açıktan
sürekli yüklenecekler, kendi propagandalarını yapacaklar.
Dün dündür, bugün bugündür diye
boşuna dememiş siyasetçimiz. Yüksek çıkarlar söz konusu olunca geçmişte
söylenen sözlerin, yapılan eylemlerin bir önemi kalmıyor. İlkeli davranmanın da
pratik bir faydası yok. Ölen insanlar, çekilen acılar da ancak bir istatistiktir
ve hümanist duygularla sonradan hatırlanmak üzere başvurulabilir, başka bir
önemi yok onlar için. Emperyalistler işgali kafasına koymuş, böyle büyük güçler
karşısında durulabileceğine kimse inanmaz. Zaten karşı tarafta da eski
yönetimin taraftarları dışında direnmeye niyetli bir kitle de yok. O halde
güçlüden yana olmak mantıklı olandır.
Ortadoğu'nun restorasyonu Irak
işgali ile başladı. Burada fiili bir Amerikan işgali ve savaş durumu vardı. İlk
sefer olduğu için insanlar Irak halkından bir direniş bekliyorlardı, oysa her
şey çok kolay oldu, birkaç gün içinde Saddam Hüseyin yönetimi son buldu. Bundan
yaklaşık 10 yıl kadar sonra Arap Baharı geldi, ilerleyen günlerde bir bahar olmadığı
anlaşıldı. Buradaki, iki kutuplu dünyadan kalan muhalif ya da daha bağımsız
çizgideki ülkeler tamamen emperyalist etki alanına girecekti. Tunus, Mısır ve
Libya gibi ülkelerde eski diktatörler gittiler, yerlerini İslami yönetimler
aldı. Özellikle Libya'daki savaş Türkiye'de yakından takip edildi. Muhalefet
büyük olduğundan savaş da büyük oldu ama fazla sürmedi. Şimdi bu ülkelerde İslami
yönetimler iş başında, çatışmaların ve yönetim değişikliğinin getirdiği kaos
devam ediyor.
Halk ise bu olanları izlemekle
yetiniyor. Güçlü bir sol muhalefet olmadığından kimsenin pek fazla sesi
çıkmıyor. Küçük burjuvazi çıkarlarının büyük burjuvaziyle örtüştüğünü
düşünüyor. Bugün için diyet ödense bile Amerika'nın karşısında durmak akıl karı
değil, yola devam. Sol kesim ise elbette bu yaşananlardan son derece rahatsız
ama elinden bir şey gelmiyor.
Sonuç ise kriz içerisindeki
Amerika, borç batağından kurtulamayan Avrupa ve hayat pahalılığı içindeki
Türkiye, ötesi değil...