28 Temmuz 2012 Cumartesi

Suriye meselesi


Türkiye yönetiminde söz sahibi olanlar Suriye meselesinin muhasebesini yapmış, karını zararını hesaplamıştır. Elbette ticaretin durması, Türkiye'ye gelen göçmenlerin maliyeti, muhaliflerin silahlandırılması, lojistik destek sağlanması gibi maliyet unsurları çıkacaktır; fakat Amerika bir kez Esat yönetiminin devrilmesine karar verdiğinden Türkiye'de burjuvazi için aksi bir şekilde düşünmek rüzgara karşı işemek olacaktır. Dış politikada bağımsız bir çizgi, komşularla iyi geçinmek, devletlerin iç işlerine karışmamak gibi sözler kulağa hoş gelse bile hesap ortadadır. Suriye için süreç başladı ve ilerliyor. Başı belli, sonu belli, tüccar zihniyetine göre bundan gayrısı maceraya atılmaktır. Zaten bunların hepsi diktatör değil mi? İşte bir de yüce bir amaç koyup önlerine devam edecekler, demokrasi götüren ülkelerin kervanına katılacaklar. Burada solcular da bir bocalama geçirecek, "yoksa bir diktatörü mü destekliyoruz" diyecekler kendi kendilerine, utanacaklar ve fazla seslerini çıkaramayacaklar. Sağ siyasetçiler de buldukları bu açıktan sürekli yüklenecekler, kendi propagandalarını yapacaklar.



Dün dündür, bugün bugündür diye boşuna dememiş siyasetçimiz. Yüksek çıkarlar söz konusu olunca geçmişte söylenen sözlerin, yapılan eylemlerin bir önemi kalmıyor. İlkeli davranmanın da pratik bir faydası yok. Ölen insanlar, çekilen acılar da ancak bir istatistiktir ve hümanist duygularla sonradan hatırlanmak üzere başvurulabilir, başka bir önemi yok onlar için. Emperyalistler işgali kafasına koymuş, böyle büyük güçler karşısında durulabileceğine kimse inanmaz. Zaten karşı tarafta da eski yönetimin taraftarları dışında direnmeye niyetli bir kitle de yok. O halde güçlüden yana olmak mantıklı olandır.



Ortadoğu'nun restorasyonu Irak işgali ile başladı. Burada fiili bir Amerikan işgali ve savaş durumu vardı. İlk sefer olduğu için insanlar Irak halkından bir direniş bekliyorlardı, oysa her şey çok kolay oldu, birkaç gün içinde Saddam Hüseyin yönetimi son buldu. Bundan yaklaşık 10 yıl kadar sonra Arap Baharı geldi, ilerleyen günlerde bir bahar olmadığı anlaşıldı. Buradaki, iki kutuplu dünyadan kalan muhalif ya da daha bağımsız çizgideki ülkeler tamamen emperyalist etki alanına girecekti. Tunus, Mısır ve Libya gibi ülkelerde eski diktatörler gittiler, yerlerini İslami yönetimler aldı. Özellikle Libya'daki savaş Türkiye'de yakından takip edildi. Muhalefet büyük olduğundan savaş da büyük oldu ama fazla sürmedi. Şimdi bu ülkelerde İslami yönetimler iş başında, çatışmaların ve yönetim değişikliğinin getirdiği kaos devam ediyor.

Halk ise bu olanları izlemekle yetiniyor. Güçlü bir sol muhalefet olmadığından kimsenin pek fazla sesi çıkmıyor. Küçük burjuvazi çıkarlarının büyük burjuvaziyle örtüştüğünü düşünüyor. Bugün için diyet ödense bile Amerika'nın karşısında durmak akıl karı değil, yola devam. Sol kesim ise elbette bu yaşananlardan son derece rahatsız ama elinden bir şey gelmiyor.

Sonuç ise kriz içerisindeki Amerika, borç batağından kurtulamayan Avrupa ve hayat pahalılığı içindeki Türkiye, ötesi değil... 

8 Temmuz 2012 Pazar

Kötü geçen bir günün akşamında




Uykuya dalamayacak kadar yorgunum bu akşam. İnsan hastalanınca uyuyamaz ya, onun gibi bir şey. Kitap okuyayım dedim olmadı. Çamaşır, bulaşık... ev işine elimi atacakken, "kalsın" dedim, geri döndüm. Müzik dinlemekten(çok güzel bir albüm buldum) kulaklarım yoruldu; ama birkaç saattir sessizlik var; sonra benim bu halimi anlatacak bir şarkı da yok gibime geliyor, olsa bile şu an için anlayabileceğimi sanmıyorum. Televizyonun karşısına geçip uzanmak iyi olur böyle hallerde. Kumandaya gitmiyor elim, hiçbir şey yok zaten televizyonlarda. Kış dizileri yerini yaz dizilerine bıraktı. Öyle tartışma programı falan yok, olanlar da bir şeye benzemiyor. Kendim bir film açayım ya da bir dizi, şöyle sevdiklerimden izleyeyim, kafam almaz, ona da "cık", herhalde hiçbir şey açmayacak beni. (04.07.2012)