17 Mart 2013 Pazar

iki film

Ankara caddelerinde yürürken kafamı kaldırıp lüks arabalara, mağazalara, otellere, elinde köpeğini gezintiye çıkaran zengin kadınlara bakardım. Sefiller filmini izledikten sonra artık yerdeki dilencilere, seyyar satıcılara, evsiz insanlara da bakıyorum. bu film içimi burkarak, ürperterek ve biraz da ders vererek yoksulluğun ne demek olduğunu bir kere daha hatırlattı bana. (romanı daha önce okumadığım, başka bir sinema uyarlamasını ya da tiyatro oyununu izlemediğim için hikâyeye de yabancı olduğumu söylemek isterim)
 


Hapisten yeni çıkmış, paçavralar içinde, sefil durumdaki bir adamın nasıl sürekli itilip kakıldığını görüyoruz. İnsanlar düşene bir tekme de kendileri atıyor. Atölyede çalışan bir kadın var, evine 3 kuruş para götürmek için yorucu çalışma saatlerine katlanmak zorunda. Dışarısı daha kötü, açlık, hastalıklar ve para karşılığı bedenine talip olanlar bekliyor. Bütün bu sefalet içindeki dünyayı değiştirmek isteyen, yoksulluğu bitirmeye kararlı, Fransız devriminin yolundan giden gençlerin destansı bir şekilde kahramanca ölümlerini izliyoruz. Perişan haldeki halkın onları yalnız bırakışı sanki gerçekçi bir bakış açısı sunuyor.
 

















 
Öyküden çok etkilensem de -mutemelen sinemasal açıdan anlatımı da o ölçüde başarılı- bence bu roman lise yıllarında okunması gereken büyük bir klasik, bir destan. Çünkü her şey çok romantik, bir tarafta iyiler, bir tarafta kötüler, bir görüşte aşık olan insanlar, aşkı uğruna ölenler, ayrılıklar, mektuplar... belli bir yaştan sonra açlığa, yoksulluğa, sokağı bilmeyen genç devrimci Marius gibi değil de daha olgun olarak bakabiliyor insan, zaten hayat okulundan geçmiş, hancının kızı da ona "hiçbir şey bilmiyorsun" diyor...
 



Uzun Boylu Esmer Adam

Bu hafta sinemada izlediğim ikinci film, kadın erkek ilişkileri üzerine yapılmış bir Woody Allen filmi, Uzun Boylu Esmer Adam. Çok basit gelse de sıkıcı bulmadım, sonuna kadar izeleyebildim. Herkes kendine göre bir şeyler çıkarabilir bu filmden, örneğin mutsuzluk. Elbette evlilerin ayrılması, sevgilerin bitmesi, insanların sevgilerine karşılık bulamaması, aşkı kaybedenler, para ile bulduğunu sananlar, nişanlısını evlenme gününde terk eden genç kız vs. hepsi üzüntü verici ama bir anlamda hayatın gerçeği sanki. Kadın erkek ilişkileri çok karmaşık ve çok bilinmeyenli bir denklem gibi. Öyle sonsuza dek sürecek büyük mutluluklar sanki bir tek romanlarda, gerçek hayatsa öyle dinamik işliyor ki her an bir şeyler değişebiliyor, belki bu karmaşıklığı baştan kabul etmek her şeyi daha kolaylaştırabilir. Hatta insan yazgı diyip kendini de kandırabilir, böyle daha kolay olacaksa...

 
 

14 Mart 2013 Perşembe

İngiltere izlenimleri

İngiltere'yi bu denli farklı kılan, dünyanın merkezinden uzakta bir ada devleti olması mı yoksa eski güneş batmayan imparatorluk döneminden kalan ihtişamı mı? Muhtemelen bunların ikisi ve daha fazlası, ne de olsa dünyadan uzakta ve yalıtılmış olunca kimseden pek etkilenmeden her şey kendine özgü olabiliyor. Bir de buna zenginlik eklenince -ne de olsa eski günlerinden uzak olsa bile, halen daha dünyanın en gelişmiş ülkelerinden biridir- kendi özgünlüklerini koruyabiliyorlar.

(Prens William ve Kate Middleton)
 
Trafikleri soldan akıyor, sokakları daracık, evleri bahçeli, polisleri atlı vs. her şeyde kendine has bir İngilizlik bulunuyor. Halkı da imparatorluğun soyluluğundan etkilenmiş, bu durum yüksek gelir düzeyiyle birleşince son derece kibar konuşan, hareket eden insanlar ortaya çıkıyor, değişik bir havaları var. Tabi Londra'da İngilizden başka her milletten insan var, aşırı kozmopolit, ama sanki onlar da atmosfere kaptırmış kendini.
 
İngilizler aristokrasileri ile ünlüler ki, gerçekte bunun dünyada eşi benzeri yok. Tüm dünyada birçok ülkede geçmişe özlem duyulup eski aristokrat geleneklerin koruması istenmişse de kimse bunuİngilizler gibi başaramamış. Ya hep eline yüzüne bulaştırmışlar, dayanamamışgeri gelen monarşi, tekrar gitmiş, yıkılıp yok olmuşlar ya da sadece adlarıkalmış. Oysa İngilizler bunu başarabilmiş, çünkü onlar hem bir ada ülkesi, dünyadan yalıtılmış, hem de asil geleneklerini koruyacak kadar varlıklılar.
 
Not: Ne zamandır futbolla pek ilgilenmiyordum, Ryan Giggs'in halen daha Manchester United'da futbol oynadığını öğrenince afalladım, bu adam ben çocukken yıldız bir futbolcuydu, 40 yaşına gelmiş ve yine sol kanattan harikalar yaratıyormuş, duyunca çok şaşırdım, 1990 yılından beri aynı takımdaymış, hocası Alex Ferguson da 1986'dan beri. Çocukluğumdan ezbere bildiğim bir tezahuratı yazayım,
 
Ryan Giggs, Ryan Giggs, runnig down the wings...
 
 
(Ryan Giggs, yılın futbolcusu ödülü, 2009)