26 Kasım 2010 Cuma

Eller

Vezirköprü’ye geldiğimde dikkatime takılan konulardan biri de daireye gelen köylülerin her seferinde tokalaşmak için ellerini uzatmasıydı. Şimdi bu handshake durumu İngiliz centilmenliğine, Avrupa kültürüne mal edilmiş bir olayken Anadolu’nun bu ücra ilçesinde köylülerin tokalaşması ilk olarak kültürel anlamda ilginç gelmişti. Sonradan bu durumu biraz biraz anlamaya başladım. Bir kere tokalaşma köylü vatandaşın Avrupa kültürü görmüşlüğünden olmasa da kendi naifliğinden kaynaklanıyordu. Bunun yanında bizim kurumun yapısı da bu samimiyete müsaade ediyordu. Bir bankada ya da postanede hiç kimse memurla kolay kolay tokalaşmaz. Biz sürekli köylüyle iç içe olduğumuz, ahırına girdiğimiz ve ayağına kadar gittiğimiz için bizde belli bir yakınlık hissediyorlar kendilerine karşı ve biz de bunu kabul edip uzatılan eli geri çevirmemek durumunda kalıyoruz. Bunun dışında dairedeki bu tokalaşma merasiminin hijyenle alakalı bir sorunu daha oluyor. Anadolu’nun bu bakir topraklarından çıkmış insanımız naifliğini temizlik konusunda da koruyor. Pek fazla el yıkama alışkanlıkları yok, odaya girince ahır kokusu geliyor yanlarında, elleri kirli, kap kara, nasırlı, parmakları kalın. Açıkçası köylerde hayvanını tuttuktan sonra ıslak ellerini üzerine silip uzatıyor elini. Böyle hijyene yönelik sorunlar, bazen de günün yorgunluğuyla her gelenin selamını almak, tokalaşmak için el uzatmak zor olsa da; şu bir gerçektir ki köylülerin bu nasırlı ve kirli elleri olmasa bizlerin şehirlerde ne yiyeceği meçhuldür; ne bir gün yiyecek ekmek bulabiliriz, içecek süt, et, yumurta, sebze meyve bulamayız, aç kalırız. Anadolu’nun bu terk edilmiş insanlarının elleri tüm romantik sözlerin ötesinde gerçekten çok kutsaldır, saygı duymak gerekir. Onlar bu ülkenin köylüleri, Anadolu’nun binlerce yıllık sakinleri ve sahipleridir.
Edirne'nin kurtuluş yıldönümünde vahşet-2  
Dün Edirne’nin 88. Kuruluş yıl dönümünde Vali Avcıları kabul etmedi. Açıkçası bu görüntü, basında bazen kullanılan bir ifadeyle “Cumhuriyet Vali’sine yaraşır” bir hareketti. Avladıkları tavşanları, hayvanları öldüren vahşileri geri çevirdi. Sanırım kime el uzatıp uzatılmayacağını da iyi bilmek gereklidir.

8 Kasım 2010 Pazartesi

Sıfır tolerans


Önümüz kurban bayramı, insanın kan akıtma ve kurban verme psikolojisinin bir gelenek haline geldiği günler yaşanacak. İnsanlar son derece zorlu bir yaşam geçirdikleri için, güzel şeylere hasret, sıkıntılar ve felaketler sürekli hayatlarının içinde olduğu için bir kurban verme, kurban etme ihtiyacı içinde oluyorlar. Her şeyin bir bedeli olmasına alışan insanoğlu, yaşanılan her dakikanın, alınan her nefesin bile bedelini kurbanlar keserek ödüyor; "buna da şükür" diyor, beterin beteri varken gelecek belalardan korunmak istiyor. Hele bir de ev aldığında, araba aldığında; biliyor ki bunun acısı çekilmeli, kan akıtılmalı. Mutlu olmak normal bir durum değil, mutluluğa ulaşmak için bir acı çekilecek, bir bedel ödenecekse bu bir hayvanı kurban ederek oluyor. İnsan kendi acı çekeceğine, kendi kanını akıtacağına bir hayvanın öldürülmesi bunun yerine geçmiş. Evet, mutlu olmak normal bir durum değil; Allah kazalardan, nazarlardan korusun. Yeni bir ayakkabı alındığında üzerine basılmalı, o da kirlenmeli ki herkesinki gibi olsun, sahibi de buna alışmalı. 

İnsan yaşadıkça, yaşamın zorluklarını gördükçe gittikçe empati kurma yeteneğini, hoş görülü, anlayışlı olma yeteneğini kaybediyor. Kimse karşısındakini anlamak istemiyor, hatta tam tersine olumsuz bir tavır takınıyor, karşısındakinin hatalarını arar hale geliyor, sürekli bunlardan konuşuyor, birilerini eleştiriyor. Kendisi acı çekiyorsa başkaları da acı çekmeli diye düşünüyor. Buna bağlı olarak birilerini kurban ediyor. Bazen arkadaşlarına küsüyor, astlarını azarlıyor, bazen de bir şeyleri kırıp döküyor. Sürekli acı çektiği için acıdan zevk almaya başlıyor, bu bir yaşam biçimi halini alıyor.


İşte son olarak gazeteci, yazar Oktay EKŞİ'nin ipini çektiler. Kesinlikle affedici olmadılar, oysa o büyüklük gösterip yazarlıktan çekildi. Belki de baskı sonucu da bu kararı vermek zorunda kalmış olabilir ama bu daha da korkunç bir şey. Oysa affedici olmalıydı taraflar, siyasi görüşünü bir yana bıraksak bile şu anda Türkiye'nin en değerli yazarlarından biridir kendisi, Basın Konseyi başkanıdır Hürriyet'in başyazarıdır. Bir bir Hürriyet gazetesinden yazarlar ayrılırken geriye ne kalacak bu da bir başka meçhuldür.  

1 Kasım 2010 Pazartesi

Eski filmler

 
Atilla Dorsay yine Türk sinemasıyla ilgili önemli bir tespitte bulundu. Toplumumuzda eski filmlere aşırı bir sevgi olduğunu, bunun dünyada örneği olmadığını söyledi. Gerçekten eski Türk filmleri onlarca kez izlenmesine rağmen tekrar tekrar televizyonlarda dönüyor ve yine izleniyor. Kimse bu filmlerden bıkmış değil. Eski Yeşilçam oyuncularına halen daha halkımız büyük bir sevgi ve ilgi gösteriyor. İşin ilginç olan kısmı, günümüzde çevrilen Türk filmlerinin neredeyse hiçbirinin eski filmlerin başarısını yakalayamamış durumda olması. Belki gişede büyük başarı gösteriyorlar, reklamlarla gündemin ilk sıralarına oturuyorlar ya da uluslararası sanat festivallerinden ödüllerle dönüyor; ama tüm bunlara rağmen bir süre sonra bu filmlerin hepsi unutuluyor, hiçbirisi televizyonlarda yayınlanmıyor, kimse ikinci kez izlemiyor. Bu durum ciddi bir şekilde incelenmeli, günümüz sinemasının başarısızlığı kabul edilip geçmişte olanın cevheri aranmalı. Elbette geçmiştekilerin kopyası filmler çekmek fiyaskoyla sonuçlanacaktır ama orada halkın sevgisini kazanan şeyin ne olduğu üzerine düşünülmeli. Sanırım sıcaklık ve samimiyet buradaki en önemli etken. 




Bunun yanında son yıllarda bir toparlanma gösteren, izleyici ve film sayısında büyük artışlar yaşanan Türk sinemasında ciddi sorunlar olduğu bir keşmekeş yaşandığı gözden kaçmamalıdır. Amerikan özentisi macera ya da korku filmleriyle gündelik kazançlar sağlansa da bu sinemayı bir yere götürmemektedir. Ucuz komedi filmlerimiz popüler kültürden beslenirken, dramlar ise son derece içerikten yoksundur ve pek bir şey anlatmamaktadır, yönetmenler yaşamı ele alacak bir bakış açısından epey uzaktır. Ödüller kazanan festival ya da sanat filmlerimiz de malum olduğu üzere halktan son derece kopuktur, izlenmemektedir, anlaşılmamaktadır. Son olarak eski filmlerde olup da bugün olmayan en önemli şeyin sıcaklık ve samimiyet olduğunu düşünmekteyim, bunu kazanmak da epey çetrefilli bir konu.