16 Eylül 2011 Cuma

bir geleneğin sonu

 
12 Haziran seçimlerinin sonuçları önceden belliydi, tek başına iktidar devam edecekti, ciddi bir muhalif güç ya da iktidar alternatifi yoktu. Bundan dolayı kampanya süreci oldukça sönük ve halkta bir heyecan uyandırmayacak tarzda geçti. Merkez sağdaki partilerin bu sefer gerçekten esamesi okunmuyordu, baraj %5 olsa bile bunu aşamayacak durumdaydılar. Kılıçdaroğlu genel başkan seçildiğinde büyük bir rüzgar yakalamıştı, fakat saman alevi gibi söndü. Tüm bunlara rağmen seçim sonuçları sol görüşlü seçmen üzerinde büyük bir hayal kırıklığı yarattı, hepsine pes dedirtti. Bu seçim sonuçlarıyla ilgili olarak şöyle "iddialı" bir görüş ortaya konabilir ki, Türkiye'nin Tanzimat sonrasında Jön Türk hareketiyle ortaya çıkan muhalefet geleneği de ortadan kalkmıştır.
Türkiye geri kalmış bir ülke olduğu için insanları sürekli bir arayış içerisinde bulunmaktadır. Yine bu geri kalmışlıktan dolayı ülkede çarpıklıklar, eksiklikler, haksızlıklar vs. çoktur. Doğal olarak insanlar bu durumu konuşurlar, bundan rahatsız olurlar. Sağ görüşlü insanlar için bile siyasal eleştiri yapmak gündelik yaşamdaki rutin bir etkinlik halini almıştır. Bundan dolayı ülkemizde ciddi bir muhalefet geleneği olduğunu düşünüyorum.


İlk olarak Jön Türk hareketiyle başlattık muhalefeti, bu insanlar sürüldü, geri geldi, affedildi, zindanlara atıldı, gazeteleri kapandı vs. fakat sonunda anayasayı yürürlüğe koyup Meşrutiyeti ilan etmeyi başardılar. Ama bu durum kısa sürdü. Abdülhamit'le 30 yıl sürecek bir istibdat dönemi başladı. Bu sefer padişah eleştiriliyordu, "özgürlük, hürriyet, vatan, millet" gibi kavramlar dile getiriliyordu. Sonunda bu kabus da sona erdi, fakat ülke öyle bir haldeydi ki, gelenler gidenleri arattı. İttihat ve Terakki iktidarı geçmiş günleri aratır hale getirdi ülkeyi ve bir felakete sürükledi, sonunda Osmanlı imparatorluğu yıkıldı, parçalandı. Atatürk önderliğinde bir kurtuluş savaşı verilerek ülke yeniden kuruldu ve sonrasındaki devrimlerle çağdaş Türkiye inşa edildi. Bu dönemdeki Saltanatın ve hilafetin kaldırılmasına, ülkenin modernleşmesine, medeni hukuk kurallarına, kadın erkek eşitliğine ve bu tür tüm ilerici yeniliklere karşı çıkan elbette ülkede çoktu; ama bunun yanında Atatürk devrimlerinin yetersiz olduğunu beyan eden küçük de olsa bir grup bulunuyordu, ancak muhalefet şansı yoktu. Sonunda tek parti iktidarı demokrasi istekleri doğrultusunda yerini çok partili sisteme bıraktı. Fakat Adnan Menderes dönemi yine bir soğuk duş etkisi yaratmıştı. 1960'lı ve 70'li yıllar çok sancılı geçse de muhalefet açısından en üst düzeyde olunan yıllardı. Zor yıllardı ama esasen Türkiye en parlak dönemini bu yıllardı yaşadı dersek sanırım yanılmayız. 1980'lerde muhalefet "sosyal demokrasi" adını aldı. Turgut Özal ve sonrasında Süleyman Demirel büyük eleştirilere maruz kaldı. Bu furyanın son büyük halkası 1990'larda izlenme rekorları kıran Levent KIRCA'nın Olacak O Kadar parodisi oldu. 2000'lerle birlikte siyasi hiciv ve genel anlamda muhalefet yavaş yavaş ortadan kalkmaya başladı. Gazeteler, tv programları ve köşe yazarları hepsi yandaş oldu, tarafsız olanlar bile bertaraf olacakken elbette muhalefete göz yumulamazdı. Şimdi, 12 Haziran seçimlerini bir milat olarak kabul edip muhalefet geleneğinin sona erdiğini kabul edebiliriz.
Halkımız artık Türkiye'nin dünyada söz sahibi büyük bir devlet olduğunu düşünmeye başlamıştır. En son İsrail'e kafa tuttuk, Somali'ye yardım gönderdik. Yabancı gazeteler methiyeler düzüyor, eski Osmanlı geliyor, Türkiye Ortadoğu'da yeni lider rolüne soyunuyor diye. Öncesinde futbol, basketbol ve voleybol'da dünya çapındaki başarılarımız var. Bir de elbette dünya büyük bir ekonomik kriz yaşarken, komşumuz Yunanistan batarken Türkiye büyümede dünya ikincisi olmuş durumda. 
Bunun yanında solda da bir hayal kırıklığı yaşanmış halde. Tek başına iktidar bir yana, en azından %50 beklemiyorlardı. Dünya tersine dönmüştü sanki, kendileri bir şeylere muhalefet ediyorlardı ama halk halinden memnun gibiydi. O halde kendileri biraz boş konuşmuş oluyordu, boşuna kendilerini hırpalıyorlardı sanki, alan memnun satan memnundu, onlara ne oluyordu ki? Bundan sonra muhalefet edilen tüm icraatların meşruluğu vardı, çünkü ortada ezici bir halk desteği bulunuyordu. Hayal kırıklığının ikinci ayağını Kılıçdaroğlu ve ekibi yaşatmıştı. Hiç de öyle sakin güç olmadığını gösterdi genel başkan. Dişlerini sökerim, alnından öperim türü ifadelerle yeterince itici oldu. Deniz Baykal döneminde CHP'nin bir sosyal demokrat ya da sol parti olup olmadığı tartışılırken yeni CHP daha da sağa kaydı. Kılıçdaroğlu dürüst bir insan izlenimi veriyordu ama seçim sonuçlarında kendi kendini galip ilan ederek bir başka sağ kroşe daha çaktı. Mecliste yemin etmeme kararı bir felaketti, başbakanın ifadesini buraya yazacak değilim, ama kendi ifadesiyle sarı öküzü verdi. Hani vermeyecekti?
Eski rakı sofraları yok artık, buralarda hükümetler, politikacılar yerden yere vurulurdu. Öyle toplanıp içki içme devri kapandı. Herkes tövbe etti artık ya da zaten tövbeli olanlar bir yerlere geldi, içenler de gizli gizli içiyor. Bunlar son jenerasyondu, Türkiye'nin parlak dönemleri olarak söylediğimiz 1970'lerde yetişenlerdi, yeni jenerasyon da 1980 sonrasının çocukları.. 

6 Eylül 2011 Salı

bir sonbahar yazısı

Yine bir sonbahar yazısı yazıyorum. Ekonomist Mehmet Uğur Civelek’in yazılarında “kötümser” bir bakış açısına sahip olduğu söylenir. Bunun kötümserlik mi yoksa gerçekçilik mi olduğu tartışmaya açıktır. Ondan esinlenerek ben de kendimle ilgili gelecek ayların bir değerlendirmesini yapıyorum:



Önümüz sonbahar, yaz bitti, havalar tekrar soğumaya başlayacak, hatta şimdiden başladı bile, geceleri üşüyoruz. Sonbaharın gelişiyle işlerde tekrar bir yoğunluk artışı yaşanacak, bu da büyük bir stres kaynağı demek. İşler her zaman yolunda gitmeyecek, olağanüstü durumlar ve ekstra mesailer bizi bekleyecek. Annemler şimdilik benimle, onların gitmesiyle birlikte tekrar yalnız kalmaya başlayacağım, akşam yorgun argın eve gelince soba yakma, yemek hazırlama gibi işlerle uğraşacağım, bunların yanında çamaşır, ütü, bulaşık da yine yapmak zorunda olduğum işler olarak sırtımda bir yük oluşturacak. Günler kısalacak, saat 5 olmadan hava kararacak, zaten Vezirköprü ve çevresinde pek fazla sosyal olanaklar olmadığından bu saatten sonra eve kapanmaktan başka yapacak bir şeyim kalmayacak. Yaz ayını kaçırdık, artık bir yerlere gitme ya da arkadaşlarımızın ziyarete gelme durumu da ortadan kalktı, Orta ve Doğu Karadeniz’de tatil dönemi kapandı. Önümüzde, daha da ileride, karla kaplı yollar, kötü hava koşulları ulaşımı dahi imkânsız hale getirecek. Onun gitmesiyle hayatımdaki manevi boşluk kendini iyice hissettirecek, en azından bir umut olarak hayatımda yer alırken artık bir umutla da yaşamıyor olacağım. Yazın doktora alanımda çalışmamanın cezasını kışın çekeceğim. Tembellikten ziyade çalışmama kararı almıştım. Başka kitaplar okudum fakat doğum bilgisine bakmadım, bu kışın nasıl bir eğitim sezonu geçireceğim belli değil, ancak her şeyden öte boş bir şekilde üniversiteye gidip gelmek hoş olmamalı. Odun, kömür, taksitler, borçlar, krediler, harçlar ile kışa girerken maddi sıkıntılar devam edecek, her zaman bir harcama kalemi daha çıkacak, birikim yapmam ise sadece hoş bir hayal olarak kalacak. O kadar parayı ne yapıyor olacağım ve hem de taşrada, kışın tek başıma sobalı evde oturarak. Sanırım artık rahatımdan ödün verip ilerleyici adımlar atmayı öğrenmeliyim. Otuz yaşıma ulaşırken artık başka türlü bir yaşam döngüsünün olmayacağı, üniversite ve sonrasında kaybolan yılların geri gelmeyeceği açıktır. Yarın artık farklı olmalı, bir şeylerin düzelmesini bekleyerek değil, bu yolda hareketler sergilenmeli.