31 Ekim 2011 Pazartesi

memur zihniyeti

Bizim ailede memur zihniyeti hakimdi. Buradaki "memur zihniyeti" kavramını olumsuz anlamda kullanmıyorum, hatta olumlu bir anlamda kullanıyorum, anlatmak istediğim dürüstlük, çalışkanlık, düzen, kalıcılık gibi kavramlardır. Fakat bu zihniyete sahip olmak günümüzde sorun arz etmektedir. Babam devlet memuruydu, annem de devlet bankasında çalışıyordu, o da memurdu; anne tarafımda çoğu akrabamız yine devlet memuruydu. Böyle bir ortamda bize öğretilen hep bu memur zihniyetiydi: düzenli okuluna git, dersine çalış, ahlaklı ol, kimseye sataşma, yalan söyleme, dürüst ol, sonra işe girince işine düzenli git, aylık maaşın olsun, yerin yurdun, evin belli olsun vs. 



Oysa üretimde anarşi hakim. Dürüst olan kazanmıyor, çalışan kazanmıyor. Başarılı olmak istiyorsan düzenli bir hayatı boş vereceksin, her yere atlayacaksın, günü kurtarmaya bakacaksın, bir işten çıkıp öteki işe gireceksin, yalan söylemeyi öğreneceksin, bunu zeki bir biçimde yapacaksın, dürüst olmayacaksın, bazen kendini acındıracaksın, bazen birilerini pohpohlayacaksın, utanma duygun pek olmayacak, kötü durumlara düşmekten çekinmeyeceksin, cesur olacaksın ama menfaatlerin konusunda kaygıların tavan yapacak vs.

Neredeyse bildiklerinin tam tersini uygulayacaksın... Örneğin eğitim yuvası diye üniversiteye giderdim, dersleri kaçırmamaya çalışırdım, aman bir kelimesini kaçırmayayım, iyi öğreneyim, sonra bir daha öğrenemem gibi düşüncelerim vardı. Oysa ki öğrenme yeri üniversite değil, sahaya çıkmak gerekiyor, pratik dünyanın içinde olmak gerekiyor. Üniversite öğrencisine her türlü eğitim olanağını (pratik dahil) sunması gerekir diye düşünüyordum, ama bu yanlış bir düşünceydi (en azından günümüz için yanlış). Yani derslere gireceğine sokağa çık, hatta meslektaşlarınla kahvede otur, oyun oyna, muhabbet et, hem çevren olur, hem daha çok şey öğrenirsin.



Bu çağda bu memur zihniyetiyle hayatı idame ettirmek çok zor; fakat böylesine anarşik bir ortamda da insan ancak bir kaosun içinde bulur kendini, elde edeceği tek şey de psikolojik bunalımdır. Böyle bir hayat sürdürülemez. 

30 Ekim 2011 Pazar

İktisat notları

Aşağıda yazılanlar Bağımsız Sosyal Bilimciler'in "Türkiye'de ve Dünyada Ekonomik Bunalım, 2008-2009" kitabından derlenerek hazırlanmıştır: 


1970'li yılların sonuna doğru dünyada liberal politikalar tekrar uygulamaya girdi. Keynesgil iktisat, sermayenin ihtiyaç duyduğu genişlemeye engel teşkil ediyordu. İhtiyaç duyulan sermaye, serbest piyasa uygulamaları adı altında, emekçi kesimler tarafından finanse edilecekti. Bu amaçla kazanılmış haklar geri alınırken, reel ücretlerde düşüşler yaşandı.


 1980'lerden sonra başka önemli gelişmeler daha gerçekleşti, Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla yeni pazarlar ortaya çıkarken, dünya meta üretimi Çin ve Hindistan gibi ülkelere kaydı. Böylece üretim maliyetleri düştü, metalar ucuzladı, bollaştı ve çeşitlendi. Liberal politikalarla halk kesimlerinin reel gelirleri azalırken bu bolluk karşısında yaşam standardı yükseldi, bundan dolayı emek karşıtı düzenlemelere tepki gösterilmedi. Aynı şekilde halk kesimleri fakirleşirken zenginler daha da zengin oluyordu, Türkiye'deki lüks tüketimin kaynağı da esasen buydu. Bu politikalarla birlikte finans piyasaları gelişme gösterirken spekülatif karlar da arttı. Bu durumun yarattığı finansal şişkinlik istikrarsızlık, başıboşluk ve anarşi yarattı. 1970'lerde Bretton Woods sisteminin terk edilmesi, pasa basarak sorunları çözüme kavuşturmanın önünü açtı. Çalışanlar için iş güvencesi ve sürekli bir işte çalışma durumu ortadan kalktı. Artık sürekli iş değişiklikleri genel bir nitelik halini aldı.


Kitlelerin gelirlerinde düşüş, aynı zamanda bir talep kaynağı olduklarından, kapitalist ekonomi için bir sorun teşkil ediyordu. Bu durum için de kredilerle (başta kredi kartları) çözüme kavuşturulmaya gidildi. Borç çılgınlığı ile birlikte gelirleri düşen emekçi sınıf tüketim düzeylerini koruyabildiler.Bu elbette kısa vadeli bir çözümdü, ama esas olarak bir çözümsüzlüktü. Sonradan bu sanal dünyada tehlike çanları çalmaya başladı. 2008 kriziyle patlak verdi, kredi kartı limitleri doldu, borçlar ödenemez hale geldi. Domino taşı gibi ekonomi yıkıldı. 




Yakın gelecekte neoliberal politikalardan geriye dönüş muhtemelen yaşanmayacaktır. Borçların silinmesi karşılığında yeni tavizler elde edilirken Arap Baharı gibi kanlı darbelerle emperyalizm pazar ihtiyacını karşılamaya devam edecektir. Borçların sıfırlanmasıyla yeni kredilerle tekrar tüketim yapması istenecektir halktan ve çevrim devam edecektir. Japonya örneği ilginçtir, 1990'lar boyunca sürekli bir durgunluk yaşayan Japon ekonomisi bugün dahi toparlanamamıştır. 2008 yılında ABD'deki banka kurtarma operasyonlarında görüldüğü gibi, günümüzde krizlere büyük bir müdahale olanağı vardır. Günü kurtarma şeklinde yürütülecek bu uygulamalarla -Japonya'daki gibi- var olan ekonomik sorunlar on yıllara yayılabilir. Bu on yıllar içerisinde kitleler yaşayarak bazı şeyleri öğrenecektir. Öyle bir dönem gelecektir ki, bedava verilse dahi kredi kartı almayacaklardır belki de.

2 Ekim 2011 Pazar

Dizilerin varsıllığı

Türkiye'de diziler televizyon kanallarına damgasını vurmuş hale geldi. Artık günün en çok televizyon izlenen saatlerinde, ana haber bültenlerinden sonra tüm ulusal kanallarda diziler yayınlanıyor, hatta başka bir program bulmak mümkün değil. Halkımız bu dizileri ilgiyle izliyor, moda deyişle ekrana kilitleniyor, dizilerin tekrarları bile yüksek reytingler alıyor. Dışarıya da ihraç ediyoruz bu dizileri, Arap ülkelerinde ve Balkanlarda dizilerimiz yayınlanıyor.

Bu dizilerin tamamına yakınında, hayat bu kadar kolay mı dedirtircesine, bir zenginle fakir aşkı ya da sınıf atlayıp zengin olan kişileri görmekteyiz. Hem aşk, hem zenginlik, yakışıklı erkekler ve güzel kadınların eşliğinde insanların hayallerini süslüyor. Akşam vakitlerinde, günde birkaç saatliğine kendilerini bu insanların yerine koyuyorlar. Yaşamın gerçekliği içinde çaresizken hayallerle avunuyorlar ya da avunduruluyorlar.  



Elbette bu hikâyeler pek de yeni bir şey sayılmaz. Geçmişte benzer öyküleri daha naif bir tarzda Yeşilçam'da da görürüz. Bir köylü kızı vardır, zengin bir adamla aşk yaşar, fakat ayrılırlar. Sonra ya kıza miras kalır, ya biri elinden tutar ya şarkıcı olur; zenginliği yakalayınca eğitim alır, giyimi, kuşamı, görgü kurallarını öğrenir ve eski sevgilisinin karşına hesaplaşmaya çıkar ve çoğunlukla tekrar birleşip mutlu olurlar. Aynı şekilde, ama daha bir kaba olarak arabesk şarkıcıların böyle filmleri bulunur. "Fakir ama onurlu" bir genç vardır, taksi şoförüdür, inşaat işçisidir, ameledir yine zengin bir kızı sever ama birlikte olamazlar; sonradan bu genç keşfedilir, şöhreti yakalar ve yine bu üst tabakadan kızın karşısına çıkar.

Zenginleşmeye duyulan bu ilgi, muhtemelen kitlelerin fakirliğinden ve buna bağlı olarak kendi durumlarından rahatsız olmalarından meydana gelmektedir. Büyük bir kesim çok zor koşullarda yaşamaktadır ve durumu iyi olanların nasıl rahat bir yaşam sürdüğünü görmektedir. İçinde bulunduğu sorunların çözümü zenginleşmekten gelir ve zengin olmanın da tek yolu ya şarkıcı olmak ya da zengin biriyle evlenmekle mümkündür. Bir insanın çalışarak, üniversiteler bitirerek zengin olmasına olanak yoktur. Örneğin Almanya gibi ülkelerde bir insan çalışarak zengin olur, üniversite bitirdi mi zaten bir üst sınıfta yerini almıştır; ama bizde öyle değildir. Ayrıca bu ülkelerde alt sınıflardan olanlar bile belirli bir yaşam standardına sahiptir. Fabrikadaki bir işçinin bile düzenli çalışırsa evi, arabası olur, tatil yapabilir; temel yaşam şartları iyileştirilmiştir, bundan dolayı kısmen hayatından memnundur, çok fazla bir arayış içinde değildir. Ama bizim insanımızın beklentileri hayaller halini alır…


 Buradan tekrar dizilere dönersek konuların ne kadar çarpıtıldığını görürüz. Bu açıdan 2 yıl önce biten, son derece popüler olmuş Yaprak Dökümü dizisi çok tipiktir. Bu eserin orijinal hikâyesini bilmekteyiz, İstanbul'a yerleşen bir ailenin dramı anlatılır, aile büyük felaketler geçirir ve yok olur. Çok ahlaklı bir insan olan kaymakam Ali Rıza beyin tüm çabalarına karşın ailesini kurtaramamasını ve mahvoluşunu görürüz. 2006 yılında yapılan dizide ise bu ana öykü üzerine çeşitli eklemeler vardır ve konu bu şekilde genişletilir, uzatılır. Yine aile yok olur, kızlar istenmeyen evlilikler yapar, evin tek oğlu kumar oynar hapse girer, Ali Rıza bey borçlar içine girer vs… Fakat bir de görürüz ki kızlardan biri zengin olmuş, kocası ölüp mirası ona kalır. Öteki hayırsız kızın da kocası zengin olur. Hapisten çıkan oğlan müteahhitlik yapmaya başlar, komisyonculuğa girer. Boşadığı karısı Ferhunde de zengin olur, çeşitli işler yapar. Evde kalmış büyük kız kötü bir evlilik yapmıştır, evden kaçmak için çocuklu dul bir adamla evlenir; ama o da, ne adam melek gibi biri çıkar.. 

Şimdi 2011 yılı itibariyle ulusal kanallarımızda yayınlanan dizileri tek tek ele alıp buradaki sınıf atlama hikâyelerine kısaca bakalım, ilk başta dediğimiz gibi yayınlanan dizilerin tamamına yakınında bu konu işlenmektedir:

KANAL-D

1. Öyle Bir Geçer Zaman ki: Evin oğlu şarkıcı olup şöhreti yakalamış, anne çok iyi kalpli balıkçı bir adamla ikinci evliliğini yapmış, meğer balıkçılık yapan bu adam çok zenginmiş, eski kocası tarafından vurulunca kadına miras kalmış, ama kadın eski tarz yaşamına devam ediyormuş; açlık ve soğuktan korunarak (aferin ona). Evin diğer kızı zengin ama sakat biriyle evlenmiş, kocasının günleri sayılıymış; ama sakat çocuğun yakışıklı bir abisi varmış, kız onunla yasak aşk yaşıyormuş vs.


2. Kuzey Güney: Evin İTÜ'de okuyan kara kaşlı, kara gözlü yakışıklı oğluna sınıftan arkadaşı şımarık, sarışın zengin bir kız âşık olmuştur. Ne olursa olsun onunla evlenmek istemektedir. Fakat bu oğlan komşuları, garsonluk yapan bir kızla nişanlıdır. İşin ilginç tarafı zengin kızın üvey erkek kardeşi de (doğal olarak bu kardeş de zengin) bu garson kıza ilgi duymaktadır.

3. Bir çocuk sevdim: Evin kızı, varlıklı bir ailenin erkek çocuğuyla nasılsa tanışmış ve aşk yaşamıştır, hatta ondan hamile kalmıştır. Fakat oğlanın babası bu aşka karşı çıkar, kızın babası da mahvolur. Babaya yardım elini patronu uzatır, böyle iyi kalpli bir galeri sahibidir kendisi.

ATV

1. Tövbeler Tövbesi
Garipler Mahallesi’nde ailesiyle yaşayan garson Mahir, çalıştığı gece kulübünden bir müşterinin kafasında şişe kırdığı için kovulur. Bir tesadüf eseri, gelinlikler içinde uçurumdan kendini atmaya kalkan bir kızı kurtarır. Kurtardığı kız, onu kovan patronunun kızı Pelin’dir.. Pelin neredeyse takıntı haline getirdiği bir aşkla Mahir’i sevmeye başlar. Ama Mahir mahalleden Fidan’la nişanlıdır ve nişanlısını da çok sevmektedir. Mahir şimdi çetin bir imtihanla karşı karşıyadır; ya sevdiği ve nişanlı olduğu Fidan’la evlenecek, ya da kaderinin ona çizdiği yoldan gidip zenginliği ve Pelini tercih edecektir. (tanıtımdan)
2. Yahşi Cazibe
Bir komedi dizisi olsa bile burada da patronun kızı başrol oyuncusu oğlanı sevmektedir. Oysa adam evlidir, büyük bir aşkla Azeri Cazibesini sevmektedir; ama işinden kovulmamak için bu oyuna devam ederler.

SHOW TV

1.  Adını Feriha Koydum

Bir kapıcı kızının zenginlerin dünyasındaki macerasını anlatılır. Önce burslu olarak özel bir üniversiteye gider, orada 'Gecelerin Veliahtı' lakaplı bir züppeyle aşk yaşar. Feriha, kendini onlara varsıl bir ailenin kızı olarak tanıtır ve yalanından dönemez.




2. Muhteşem Yüzyıl
Burada her şey mükemmeldir zaten. Bir tarafta cihan padişahı vardır, dünyanın en büyük devletinin başındadır, yedi düvele sözünü geçirmektedir. Saray, harem, mücevherlerle ucu sonu olmayan bir dünyadır. Burada da köle olarak hareme getirilen Hürrem adlı kötü kalpli bir kızın sarayı ele geçirmesi anlatılır. 

STAR TV

1. Firar
Mardin’in en güçlü ve zengin aşiretlerinden biri olan Bahtiyan’ların konağı anlatılır.
2. İffet
Yavuz Turgul’un senaryosunu yazdığı, Müjde Ar’ın başrolde oynadığı 1982 yapımı İffet oldukça bilindik bir filmdir. Burada haksızlığa uğramış fakir bir kızın manken olup ünlenmesi ve ardından zengin bir iş adamıyla evlenmesi anlatılır. Elbette kendisine haksızlık yapan eski sevgilisinden de intikamını böylece alabilecektir.
3. Ay Tutulması
Bu dizide evlilik yoluyla değil ama çok önceden, doğar doğmaz zengin bir aileye evlatlık verilen kızın öyküsü anlatılır. Yine şanslı bir insanın hikayesidir, tüm yetim çocukların böyle bir şansı olsaydı keşke..
4. Yalancı Bahar
 Zeynep, İstanbul’un köklü ve varlıklı bir ailesi olan Karaman’ların gelinidir. Fakat onun hapisten yeni tahliye olan eski bir de sevgilisi vardır..

Kurtlar Vadisi
Yıllardır ekranlarımızda çoğunlukla erkeklerin izlediği, Kurtlar Vadisi isimli bir dizi dönmektedir. Burada devletin âli çıkarları doğrultusunda yakan, yıkan, öldüren ama ölmeyen bir kahraman vardır. Onun da zenginliğinin sonu yoktur;  ama tam olarak ne iş yaptığı bilinmez, polis desen değildir, mafya desen değildir… Bu kadar para nereden gelir bilinmez, ama idealisttir Polat, arada kızar birilerine, her şeyin doğrusunu o bilir, yanılmaz, hata yapmaz, alçak gönüllü de hiç değildir.


  Son söz olarak hayatın bu kadar kolay olmadığını tekrar hatırlatmak isterim. Halkımız tam olarak kendi yaşadığı yoksulluğun bilincinde değilken zenginliğin de ne demek olduğunu hiç bilmemektedir. Bizden biri gibi düşünür o insanları ve anlatılanların gerçek olabileceğine inanır. Oysa onların çok farklı bir yaşamı vardır. Bu farklılık görkemli evlerde oturmak, lüks otomobillere binmek ya da paralarını olur olmaz şeylere harcamak şeklinde değildir. Varsıllık bu insanların içlerine işler, iliklerine kadar dolar. Mesela bu insanlar hiçbir zaman yalnız kalmaz, her zaman kendileriyle arkadaş olmak isteyecek birileri bulunur ve şımarıklık bu arkadaşlık kurmak isteyenleri kullanma ya da seçme özgürlüğünü getirir. Halktan bir insanın kızı, yolu elektriği olmayan köylerin birine öğretmen olarak atanma durumu ile karşı karşıya iken bu insanlar çocuk yaşta yurt dışlarına giderler ve hiçbir zaman taşraya gitmek zorunda değillerdir. Bunun gibi sayısız örnekler verilebilir. Yoksulluk ise insanın belini büker, ellerini nasırlaştırır, ruhunu yaralar; gençlik çabuk solar ve öyle âşık olunacak güzellik de bırakmaz kimsede. 3 kuruş maaş için bir ay boyunca çalışıp didinirken insanlık, yeni bir dünyaya kavuşmak o kadar kolay değildir. Ayrıca yaşamın maddiyatın getireceklerinden çok daha manevi incelikler barındırdığını da belirtmek gerekir; ama şu anda kimsenin bununla ilgilenecek durumu yoktur…