20 Aralık 2011 Salı

Şafak Sezer filmleri



Şafak Sezer lümpen burjuvazinin komedisini yapmaktadır. Bu yönüyle bir anlamda Kurtlar Vadisi'nin komedisi olduğu söylenebilir. Üretip zengin olmanın mümkün olmadığı bir ülkede ancak soygunculukla zengin olunabilir. Örneğin çalışkan, yaratıcı, hırslı, mütevazi gibi özellikleri bulunan Alman fabrikatörlerinin karşısında Türkiye'de mafya ve onunla bağlantılı müteahhitler, galericiler vb. vardır. Almanya'dakiler özel zevkleriyle birlikte bir burjuva kültürüne sahipken, Türkiye'dekiler henüz feodal adetlerden arınmamış, cimri, çoğunlukla sonradan görme ve cahildir.  Almanya'da güven ve süreklilik önemli iken Türkiye'de kurnazlık, krizleri fırsata dönüştürme, yağma, kısa yoldan köşeyi dönebilmek tek çıkar yoldur.



Böyle bir ortamın dili elbette küfürlü olacaktır ve erkek egemendir. Kadınlar ev kadınıdır, metresler ise şarkıcı. İnsanlar birbirine "abi" veya "usta" diye hitap eder. Bir ölüm kalım savaşının içinde gibidirler, kimsenin çok akıllı olmaya ihtiyacı yoktur, ihtiyaç olunan "kabadayılık" gibi bir şeydir. Biraz da şans olursa zenginliği tadabilir bu insanlar. Biat kültürü egemendir. Ülkedeki siyasi ortamlardan, futboldan, hemşericilik ilişkilerinden rant kapma yarışındadırlar.


İşin komedi kısmına geri dönersek, elbette böyle bir çarpıklıktan komediye büyük bir malzeme çıkması beklenir. Fakir insanın cahil olması normal karşılanacakken, zenginlerin sonradan görmeliği elbette gülünç olmaktadır. Mafya ve kabadayılık raconları kolay yoldan zengin olma hayalleriyle komediye dönüşmektedir.


Kemal Sunal sinemasında da mafyayla, küfürle,  kolay zengin olmayla günümüz Şafak Sezer komedilerine benzer bir ortamın bulunduğu söylenebilir. Ama arada fark vardır. Öncelikle lümpen burjuvazi dediğimiz mafya babaları Kemal Sunal filmlerinde birer yan karakterken Şafak Sezer'de hikayenin merkezinde yer almaktadır. Kemal Sunal bir halk kahramanıdır, halkın dramı da perdeye yansıtılır; oysa Şafak Sezer kişisel çıkarları peşinden koşup yırtmaya çalışan biridir, halktan insanlar ise cahil, cüheladır. Yine de her şeye rağmen bugünkü filmler bir açıdan günümüz Türkiye'sinin resmini sunmaktadır. Ne de olsa televizyon'da "ben söyledim olacak" diyip gündeme oturan müteahhitler de film değil gerçektir.

10 Aralık 2011 Cumartesi

Yusuf üçlemesi

Bülent Ortaçgil dinleyip kendini farklı hissedenlerin yanında bir de gerçekten farklı görünmeye muhtaç insanlar vardır. Bunlar günümüzde Ortaçağdan kalma bir ideolojik dünya görüşüne sahipken, aynı zamanda yaşadığımız çağda egemen bir konumdadırlar. Ortaçağın sunduğu olanaklar sınırlıyken bu insanlar neredeyse sınırsız olanaklara sahiptirler. Bunun yanında bir köyde, dağda ya da küçük bir ilçede dünyadan bi haber yaşamamaktadırlar, büyük şehirdedirler, ilericiliğin sembolü batıyı tanımaktadırlar, yaşanılan çağı tüm olarak görebilmekte ve imkanlarından faydalanabilmektedirler. Fakat aynı zamanda tüm bunlara zıt bir ideolojiye de sahiptirler. Varoluş nedenleri olduğu için elbette bu ideolojiden kurtulmaları mümkün değildir, fakat bunu saf bir şekilde yaşamaları da olanaksız durumdadır. O halde sahip olunan dünya görüşünün sınırları çerçevesinde batılı ya da modern yaşam tarzı monte edilmiş bir yaşam süreceklerdir.


Semih Kaplanoğlu'nun Yusuf üçlemesi yukarıda anlatılan olguya bir örnektir. Kutsal kitaplardan alınan Hz. Yusuf'un hikayesinden yola çıkılarak sembollerle bezeli bir senaryoyla film çekilmiştir. Filmde ne anlatıldığı belli değildir, ama yukarıda bahsedilen dünya görüşünün entelektüel filmlere ihtiyacı vardır. Böylece batının festivallerinde kendilerine yer bulabileceklerdir. Bunu yaparken kendilerinden ve evrensel bir değerden yararlanmışlardır:  Hz. Yusuf'un destansı hayat hikayesinden. Hikaye çok güçlüdür, ama elbette bunu saf bir şekilde anlatmak batının festivallerinde değil ancak Ramazan Programlarında kendine yer bulacak tarzda olurdu. Onun yerine daha sanatsal (?) bir dil kullanılması uygun bulunmuştur. Semboller, daha durgun bir ilerleyiş, kamera oyunları vs. Bunun yanında filmde kıyısından köşesinden güncel sorunlara değinilerek konuya toplumsal bir hava da katılmıştır. Köyden kente göç sorunu, yaşam mücadelesi, dul bir kadının hayatı vs. Tüm bunlara rağmen sonucun pek parlak olduğu söylenemez, vasat bir film çıkmış ortaya ama daha iyisi de beklenemezdi.