Bülent Ortaçgil dinleyip kendini farklı hissedenlerin yanında bir de gerçekten farklı görünmeye muhtaç insanlar vardır. Bunlar günümüzde Ortaçağdan kalma bir ideolojik dünya görüşüne sahipken, aynı zamanda yaşadığımız çağda egemen bir konumdadırlar. Ortaçağın sunduğu olanaklar sınırlıyken bu insanlar neredeyse sınırsız olanaklara sahiptirler. Bunun yanında bir köyde, dağda ya da küçük bir ilçede dünyadan bi haber yaşamamaktadırlar, büyük şehirdedirler, ilericiliğin sembolü batıyı tanımaktadırlar, yaşanılan çağı tüm olarak görebilmekte ve imkanlarından faydalanabilmektedirler. Fakat aynı zamanda tüm bunlara zıt bir ideolojiye de sahiptirler. Varoluş nedenleri olduğu için elbette bu ideolojiden kurtulmaları mümkün değildir, fakat bunu saf bir şekilde yaşamaları da olanaksız durumdadır. O halde sahip olunan dünya görüşünün sınırları çerçevesinde batılı ya da modern yaşam tarzı monte edilmiş bir yaşam süreceklerdir.
Semih Kaplanoğlu'nun Yusuf üçlemesi yukarıda anlatılan olguya bir örnektir. Kutsal kitaplardan alınan Hz. Yusuf'un hikayesinden yola çıkılarak sembollerle bezeli bir senaryoyla film çekilmiştir. Filmde ne anlatıldığı belli değildir, ama yukarıda bahsedilen dünya görüşünün entelektüel filmlere ihtiyacı vardır. Böylece batının festivallerinde kendilerine yer bulabileceklerdir. Bunu yaparken kendilerinden ve evrensel bir değerden yararlanmışlardır: Hz. Yusuf'un destansı hayat hikayesinden. Hikaye çok güçlüdür, ama elbette bunu saf bir şekilde anlatmak batının festivallerinde değil ancak Ramazan Programlarında kendine yer bulacak tarzda olurdu. Onun yerine daha sanatsal (?) bir dil kullanılması uygun bulunmuştur. Semboller, daha durgun bir ilerleyiş, kamera oyunları vs. Bunun yanında filmde kıyısından köşesinden güncel sorunlara değinilerek konuya toplumsal bir hava da katılmıştır. Köyden kente göç sorunu, yaşam mücadelesi, dul bir kadının hayatı vs. Tüm bunlara rağmen sonucun pek parlak olduğu söylenemez, vasat bir film çıkmış ortaya ama daha iyisi de beklenemezdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder