29 Ekim cuma gününe denk gelince 3 günlük bir tatil hakkı doğuyordu. İstanbul'a gitmeye karar vermiştim, ama olmadı. Ben de kararsızdım gidip gitmeme konusunda, zaten ani bir karar vermiştim, işlerden çok bunalıyordum, o halde "haydi İstanbul'a gideyim" dedim, böylece önümüzdeki 1-2 haftayı kurtaracaktım. İlk başta bu fikir epey iyi geldi ama sonradan korkmaya başladım. Arabayla gitmeyi düşünüyordum, biraz macera arıyordum doğrusu. Araba eski olunca macera yönü kuvvetli olacaktı. Param yoktu ama kredi kartından kullanacaktım, bu da bir başka çılgınlık demekti.
Sonradan bu macera beni korkutmaya başladı, gidip gitmeme konusunda kararsız kaldım; ama sonradan olaylar da hep olumsuz seyretti, sanki bir güç beni engelledi. Önce İstanbul'a birlikte gitmeyi planladığım arkadaşım gelemeyeceğini söyledi(bunu düşünmeliydim), ben de arabadan vazgeçip uçakla yolculuk etmeye karar verdim; bu sefer de İstanbul'daki iki arkadaşın başka 29 Ekim planları olduğunu öğrendim, orada olmayacaklardı. Her şeye rağmen, tüm olumsuzluklarına karşın gidilir miydi? Bilmiyorum, aslında olumsuzluklar işin macera kısmını arttırıyor. Ama ben sanırım huzur istiyorum, Vezirköprü yeterince macera dolu, sıcak sulardan soğuk sulara giriyorum her gün. Neyse, konumuza dönersek bu üç günlük tatilde evdeyim, her zaman olduğu gibi; ama en azından tecrübe kazandım... bir dahaki sefere...
24 Ekim 2010 Pazar
22 Ekim 2010 Cuma
Rakı-Balık
Bu akşam hayatımda ilk kez tek başıma balık alıp kızarttım, biraz endişeliydim ama güzel de oldu. Yediğim balık hamsiydi. Her ne kadar çok tasvip etmediğimiz bir şey olsa da balığın yanında rakı içmek düşünülebilirdi. Aslında günler bu kadar stresli, yorucu, moral olarak dibe vurmuş bir şekilde yaşanırken balığın yanına bir de rakı açılabilirdi. Zaten Sabahattin Ali de Anadolu'nun en ücra köşelerinde insanların sıkıntılar karşısında böyle yaptığını söyler:
"Bereket versin, Anadolu'nun bu yalnız kendisine mahsus dertleri yanında gene yalnız kendisine mahsus çareleri vardır. Bunların en birincisi 'rakı' dır.
Burada felaketzede memur içer; müflis tüccar içer; fena mahsul çıkaran eşraf içer; senelerden beri aynı köşede bırakıldığı için içerleyen zabit içer ve nihayet karısı ile geçinemeyen kaymakam içer... "
"Bereket versin, Anadolu'nun bu yalnız kendisine mahsus dertleri yanında gene yalnız kendisine mahsus çareleri vardır. Bunların en birincisi 'rakı' dır.
Burada felaketzede memur içer; müflis tüccar içer; fena mahsul çıkaran eşraf içer; senelerden beri aynı köşede bırakıldığı için içerleyen zabit içer ve nihayet karısı ile geçinemeyen kaymakam içer... "
19 Ekim 2010 Salı
Akşamüstü
Eve gelirken işle ilgili bir konuda telefonda görüşüyordum, işler bitmiyor... Eve gelince yemeği ısıttım, saat başı haberleri izleyecektim, telefon çalınca tekrar unuttum, bilgisayarda bir oyuna daldım, biraz zorlayınca bıraktım oyunu, haberler kaçtı, yemek yedim, hayallere daldım. Müzik dinledim, yazmak istedim, facebook'ta dolaştım, yorum yapabileceğim bir şeyler yazdım, beğenmedim yayınlamadım, fotoğraflarıma baktım, belki bir iki tane eklerim diye, vazgeçtim. Hava ne kadar da erken kararıyor.
5 Ekim 2010 Salı
Yaz çoktan bitti
Ekim geldi, yaz ayını çoktan geride bıraktık. Karadenizde soğukların ilk işareti Ağustos'un ortalarında belirir, sonra bir daha geri gelmeyeceksine kaybolup gider yaz. Nedense bu yıl yaza karşı büyük bir özlem var içimde, bir türlü bitsin istemedim, hiç bunalmadım... Sanki elimden kaybolup giden her şey gibi yaz. Bir anlık mutluluk, sonra hep soğuk...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)