Kaçarlar
İran'da 1796-1925 yılları arasında bir Türkmen aşireti olan Kaçar Hanedanı hüküm sürmüştür. Bu dönemde İran esas olarak bir aşiretler topluluğu şeklinde, merkezi otoriteden yoksun durumu karakteristiktir. Şahın etki alanı, 1786 yılında başkent olan Tahran ili çevresindedir, düzenli bir ordusu ve merkezi bürokrasisi olmadığından daha çok aşiretler arasında bir merkezi hakem konumunda hüküm sürmektedir. Devletin başlıca gelirleri yıllık vergi toplama ayrıcalığını verdiği valilerden gelen bir iltizam sistemine dayanırdı. Orduyu aşiret liderlerinin birlikleri oluştururken, bunların silah ve cephaneleri Avrupa'nın ıskartaya çıkarılmış silahları ile donanmıştı. Düzenli ordu, şahın ve valilerin özel koruması olmanın ötesine geçemezdi. 1834 yılında kurulan Adalet Bakanlığının Tahran dışında esamesi okunmuyordu. Halk adaleti kendi içinde sağlamaya çalışırdı. Şeriat mahkemelerinin kadıları ve devletinin hakimleri ile keşmekeş içinde bir adalet sistemi yürümekteydi. 1900 yılında Nizamiye'ye bağlı Tahran'daki polis sayısı 460'ı geçmiyordu. Devlet ve ordu hizmetlerinde görev yapacak personeli eğitmek amacıyla kurulan Darü'l-fünun'a "ayan, eşraf, hanlar ve zengin ailelerin" oğullarının alınması yönünde kesin talimat vardı. Aşiretlerin çoğunluğu göçer ya da yarı-göçer bir yaşam sürüyordu. Şehirli halk nüfusun %20'si bile değildi. En büyük şehir Tahran'ın nüfusu 200 bin civarındaydı.
Meşrutiyet
Merkezi otoriteden yoksun İran'da meşrutiyet devrimi çok kolay gerçekleşmiş, fakat sonunda büyük çalkantıları beraberinde getirmiştir. 19. yüzyılda Batı ile olan temas modern eğitim aracılığıyla yeni fikirleri ülkeye getirmiş, yeni bir orta sınıf yaratmıştır. Bu sınıf için kullanılan Rusça entelijansiya teriminin İran'daki karşılığı ruşenfikren olmuştur. Hükümdarlık sarayındaki aydınlardan farklı olarak bu insanlar Fransız aydınlanmacılığıyla dünyayı algılayan, insan haklarına, Eşitlik, Kardeşlik, Özgürlük fikirlerine bağlıdırlar.
1800'lü yılların başlarında, modern İngiliz ve Rus ordularına karşı yaşanan askeri yenilgiler Batı nüfusunun ülkede kendini göstermesiyle neticelendi. 1900'lerde artan ithalat ve ihracat İran'ı dünya ekonomisine dahil etme yoluna sokmaya başladı. İran halıları Avrupa ürünleriyle takas edildi. İngiliz ve Rus firmalar bu dönemde İran'da yatırımlar yapmaya başladılar. Bu gelişmeler karşısında beceriksiz Kaçar hanedanlığı büyük bütçe açıkları, bunları kapamak için koyulan vergiler sonucunda ülkeyi iflasa sürüklemişler, kurtuluşu borçlanmada ve imtiyazlar satmada aramışlardır. Bu girişimleri hoşnutsuzluğu daha da arttırmıştır. Tırmanan enflasyon ve devletin borçları, ardından boykotları, grev ve protestoları getirmiş, sonuçta 5 Ağustos 1906 yılında İran'da genel seçimlerin yapılacağı duyurulmuştur. (Bugün bile 5 Ağustos Meşrutiyet günü olarak kutlanmaktadır.)
Ardından Anayasa hazırlandı ve bir meclis oluşturuldu. 1907 yılında tahta çıkan Muhammed Ali Şah tıpkı II. Abdülhamit gibi parlamenter iradeye boyun eğeceğini ve temel yasalara saygı göstereceğini beyan etmişti. Fakat bu durum kısa sürdü, şah durumunu iyileştirdi. Liberallerin geniş kapsamlı laik reformları halktan tepki toplarken, meclisin vergi reformları yapmaya kalkışması itirazlara neden oldu. 1907 İngiliz-Rus anlaşması da İran'ı zora sokmuştu. Ardından 1908 yılında şah bütün gazeteleri yasaklamaya, mebusları tutuklamaya kadar ileri gidecek yaptırımlara cüret edebildi. Paralı Kazak askerlerine meclisi bombalamaları emrini verdi ve bir iç savaş baladı. İkinci meclis ancak 1910 yılında toplanabildi, fakat o da büyük bir hüsranla karşılaştı. Eski rejimin açmazlarıyla o da karşı karşıya geldi, ülkeyi idare edecek araçlardan yoksundu, merkezi bir mekanizması yoktu. Gerçek anlamda bir devlet yapılanması bulunmuyordu. Britanya temsilciliği tek çözümün devletin vergi gelirlerini arttırmak olduğunu söylerken, bunun için çevre aşiretlerden vergi tahsilatı yapacak güçlü bir jandarma kuvvetine ihtiyaç vardı. Bu orduyu bakmanın maliyeti de çok yüksekti, açmazlar iç içe geçmişti
1914-1918 I. Dünya savaşı sırasında yabancı işgali iyice yoğunlaştı. Azerbaycan'ı işgal eden Ruslar, Kürtleri silahlandıran Osmanlılar, Arap ayaklanmalarını kışkırtan Almanlar ve Hindistan yolunda güvenliğini sağlamaya çalışan İngilizler vardı. Bu dönemde iki milyon kadar İranlı savaş, salgın hastalıklar ve açlık nedeniyle can verdi, eşkıyalık baş gösterdi. Savaş sonunda Almanların yenilmesi ve Rusya'daki devrim İngilizlere İran'ın tamamına el koymak için büyük bir fırsat verdi. Lord Curzon'un hazırladığı, 1919 İngiliz-İran anlaşması İran'daki bütün imtiyazları İngiltere verirken, İran'ı bir manda devlet haline getiriyordu. Fakat o zaman İran'da tam tersi bir rüzgar esmekteydi. Rusya'da Bolşevikler bütün gizli anlaşmaları yayımlamışlar, İran'da işgal ettikleri bütün topraklardan vazgeçmişler, Çarlık döneminden kalan tüm kredileri, talepleri ve imtiyazları iptal etmişlerdi. İran'da İngilizler lanetlenirken Bolşevikler İslam'ın dostu ilan edilmişti. Sonuç olarak Lord Curzon'un anlaşması hiçbir zaman yürürlüğe girmedi. Ancak İngilizler elbette boş durmayacaktı.
Rıza Şah
21 Şubat 1921 günü General Rıza Han bir askeri darbe düzenleyerek yönetimi eline geçirdi, ülkede sıkıyönetim ilan etti ve tekrar düzeni getirdi. Britanya yanlısı olduğunu ve ülkeyi Bolşeviklerden temizleyeceğini taahhüt etti. Ardından devletin inşasına girişti, bu uğurda önünde kimse duramayacaktı. Petrol gelirleri, getirilen vergi düzeni ve I. Dünya savaşı sonucu artan ticaret reformların finansman kaynağını, silahlı kuvvetler de yapıcı gücünü oluşturuyordu.
Silahlı kuvvetler yeni rejimin ana dayanağıydı ve sürekli büyüyordu. 1925 yılında zorunlu askerlik hizmeti getirilmişti. Ordu büyümüş, modern savaş araçları ve Batılılardan alının uçaklarla donatılmıştı. Dönemin devletçilik akımından etkilenerek birçok tesis açılmış, yollar, demiryolları inşa ettirilmişti. Soyadı zorunlu kılınmış, soyluluk unvanları kaldırılmış, Farsça öğrenimi ülke genelinde yaygınlaşmıştı. Takvim, saat, metrik sistemlerde de değişikliğe gidilmiş, Müslüman ay isimleri Zerdüşti terimlerle değişmişti. Rıza Şah yeni bir kıyafet kanunu da getirmişti. Kadınlarla ilgili konularda (peçesiz dolaşmak gibi) polislere daha esnek olmaları yönünde talimatlar geliyordu. Eğitim sistemindeki reformlar ilköğretimden yükseköğretime kadar bir alanı kapsıyordu. Farsça eğitim birliği, kızların okula gitmesi, ortak müfredat gibi konular ön planda geliştirildi. Ülkede üniversiteler kuruldu, bazıları da yurt dışında eğitim gördü. Devlet din konusuna da el atıp ulemayı kendi belirlemeye başladı. Din adamlarından devlet işine girenlerden sarık ve cüppelerini çıkarmayı, şapka giymeyi zorunlu hale getiriyordu. Farsça yaygınlaştırılırken çeşitli kültür, dernek ve komisyonlar da oluşturuldu. 1934 yılında "Persia" yerine İran adı tercih edildi. Genelgede Persia adının Fars ve Kaçar gerilemesini çağrıştırırken İran ismi eski Aryenlerin görkemini ve doğum yerini çağrıştırdığı söyleniyordu. Tahran şehrinin nüfusu 210 binden 540 bine çıkmıştı. Burada sinemalar, tiyatrolar, modern kafeterya, lokanta ve kitapçılar kurulmuştu. Caddeler artık asfalt kaplıydı, fabrikalar ve meskun mahaller artıyordu.
Yeni devlet İran'da karışık duygularla karşılanmıştı. Rıza Şah ülkede birçok reform gerçekleştirmişti fakat parlamenter sistem ve demokrasiden eser yoktu. Ülkede kalkınma, ulusal bütünlük ve çağdaşlaşma yaşanıyordu fakat baskı, rüşvet, vergi ve güvensizlik havası da hakimdi. Rıza Şah büyük bir diktatördü ve aynı zamanda bu büyüklükte bir servete sahip olmuştu. Ayrıca fötr şapka, kadınların başının açık dolaşmasına teşvik edilmesi, fakültelere kabul edilmesi gibi uygulamalar dini çevrelerden tepki topluyordu. Rejime başlıca sol entelijansiya da muhalefet etmekteydi. Onlara göre şahın hayranlık uyandıracak bir yanı yoktu, bir doğu despotundan başka bir şey değildi. Nihayet Rıza Şah 1941 yılında tahtı bırakmak zorunda kaldı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder