Yaz mevsiminin son günlerini yaşadığımız, tatil döneminin bitmeye yaklaştığı bu günlerde ülkemizden bir tatil manzarasını yayınlıyorum. İnci Aral'ın Mor romanından alıntıdır:
Pencereden, çayın denizle birleştiği sahile
bakınca uzaktan iri karıncalar gibi görünüyordu plajdaki insanlar. Çoğu dar
gelirli ailelerdi. Zenginlerin, paralıların gittiği ünlü tatil yörelerine, öyle
sosyetik yerlere adım atacak gücü olmayanlar. Çoluk çocuk üst üste bir odada,
ucuz pansiyonlarda kalıyorlar, toz ve sivrisinekle boğuşarak mutlu olmaya
çalışıyorlardı. Bayatlık kokan kebapçılarda iki lahmacun atıştırıp –ya da
pansiyon odasının bir köşesinde küçük tüpte acele bir şeyler pişirip– akşamları
geçirmek için arabeskçilerin gürültüye tüy diktiği çay bahçelerine
gidiyorlardı. En az masrafla nasıl tatil yapılacağını öğrenmişlerdi. Öğleye
doğru kalkıp, güneşe, denize, kuma koşuyorlar, güneşin altında –bağrış çığrış
arasında– saatlerce yatıp kavruluyor, iyice ısınınca da kalkıp serin, mavi suya
atıyorlardı kendilerini. Çayın getirdiği lağımlı atıklar, parfümlü güneş
yağlarıyla karışıp üstlerine yapışmış olarak yeniden sahile çıkıyorlar, mısır
koçanları, meyve kabukları ve sigara izmaritleri içindeki kumda kâğıt ya da
tavla oynuyorlardı neşe içinde.
İlsa Otel’in bulunduğu bölge kasabadan biraz
uzaktaydı ve deniz de ortam da tertemizdi. Otelde her şey çok farklıydı.
Oradaki insanlar başka türlü yaşıyorlardı. Sabah kalkıp yürüyüş yapıyorlar,
–duş alıp– uzun uzun kahvaltı ediyorlar, biraz güneşlenip serinlemek için
havuza ya da kumsala gidiyorlar, sonra –duş alıp– zengin bir öğle yemeğiyle
karınlarını –yeniden– doyurup serinletilmiş odalarda öğle uykusuna
çekiliyorlardı. Akşamüzeri olunca yine –duş alıp– giyinip süslenerek aşağı
iniyorlar ve yatana kadar sürecek zengin bir akşam yemeğine oturuyorlardı. Orda
hep ve aralıksız yıkanıp tıkınma vardı. Kibar gülüşler, çıplak memeler,
kalçalar, –sınırsız içki ve eğlence– gösteriş, özgürlük ve çılgınlık vardı.
Tuzu kurular geliyordu oraya. (İnci Aral, Mor, sf. 219-220; Kırmızı Kedi
Yayınevi 2010)