31 Aralık 2013 Salı

Freud ve Rus klasikleri

Freud'dan psikolojiyi, Rus klasiklerinden insan ruhunu öğrenirsen 21. yy'da yaya kalırsın... Yani şunu demek istedim, çok ince düşünmeye gerek yok bu yüzyılda, Rus klasiklerinde bir sevgili olur, ona mektuplar yazar, onu düşünür, bir hareketine türlü türlü anlamlar yüklenir falan... Şimdi bakıyorsun 50 tane sevgili var, 50 çeşit insan hayatında hepsinin psikolojisinden haberdar vatandaş, ciğerini okuyor, öyle psikanaliz gibi teoriler üretmeye, Odipus komplekleri aramayla uğraşmıyor, yaşayarak öğrenmiş her şeyi. Bodrum, Marmaris, Alanya sahillerinde sarhoşluklar yaşamış; oysa bir Rus romanında nasıl da anlatılırdı bir kahramanın sarhoşluğu, onurlu insanların düelloları, kararlılıkları... Artık tüketim ilişkileri içerisinde sadece bir alternatifsin sen. Eskiden sevdiğim kıza mesaj atardım geceleri, utanarak derdim sevgilim bu gece birlikte uyuyalım diye, millet zaten birlikte uyuyormuş benim haberim yok... 
 
 

5 Eylül 2013 Perşembe

2014 yerel seçimleri


Geleceğe ilişkin siyasi öngörüde bulunmak çok ciddi bir iş olmasa da aşağıda bazı düşüncelerimi yazdım, bu görüşlerimin sıkı bir savunuculuğunu da yapmadığımı belirtmek isterim: (At yarışı tahminleri gibi çirkin bir şey oldu bu yazı belki ileride değiştiririm.) 


Mustafa Sarıgül için şöyle bir öngörüde bulunulabilir: 2014 yerel seçimlerinde CHP'nin İstanbul büyükşehir belediye başkan adayı olmak için prosedürleri aşıp partiye kaydolur, yerel seçimlerde büyük reklamı olur, çok yüksek bir oy almasına karşın belediye başkanı seçilemez. CHP'de önemli bir figür olmuştur artık. Bunun ardından parti karışır ve yapılacak genel kurulda Kılıçdaroğlu'nun yerine genel başkanlığa gelir. Daha sonra yeni bir CHP izleriz. Birinci parti olamasa bile, koalisyon ortağı olarak başbakan da olabilir Sarıgül, ama bu da çok uzun süreli olmayacaktır diye tahmin etmekteyim. 

Genellikle İstanbul belediye başkanlığı seçimlerini kaybetmesinin siyasi kariyerine nokta koyacağını düşünülse de Sarıgül'ün ben o düşüncede değilim. İstanbul'a belediye başkanı olacağına da ihtimal vermiyorum.


Yılmaz Büyükerşen ismi Ankara büyükşehir belediye başkanlığı için geçse de aday olacağını düşünmemekteyim. Bütün parlak siyasi yaşamına karşın Ankara Belediye başkanlığına soyunmak bambaşka bir şey olacaktır. Bunun yanında Melih Gökçek'in Ankara'da ne kadar güçlü olduğu aşikar. Seçimi kaybetmesi Büyükerşen'in siyasi kariyerini sona erdirmesi anlamına gelecektir. Bir dönem daha Eskişehir'de birinci olmayı Ankara'da ikinci olmaya tercih edecektir diye düşünmekteyim.   

17 Mart 2013 Pazar

iki film

Ankara caddelerinde yürürken kafamı kaldırıp lüks arabalara, mağazalara, otellere, elinde köpeğini gezintiye çıkaran zengin kadınlara bakardım. Sefiller filmini izledikten sonra artık yerdeki dilencilere, seyyar satıcılara, evsiz insanlara da bakıyorum. bu film içimi burkarak, ürperterek ve biraz da ders vererek yoksulluğun ne demek olduğunu bir kere daha hatırlattı bana. (romanı daha önce okumadığım, başka bir sinema uyarlamasını ya da tiyatro oyununu izlemediğim için hikâyeye de yabancı olduğumu söylemek isterim)
 


Hapisten yeni çıkmış, paçavralar içinde, sefil durumdaki bir adamın nasıl sürekli itilip kakıldığını görüyoruz. İnsanlar düşene bir tekme de kendileri atıyor. Atölyede çalışan bir kadın var, evine 3 kuruş para götürmek için yorucu çalışma saatlerine katlanmak zorunda. Dışarısı daha kötü, açlık, hastalıklar ve para karşılığı bedenine talip olanlar bekliyor. Bütün bu sefalet içindeki dünyayı değiştirmek isteyen, yoksulluğu bitirmeye kararlı, Fransız devriminin yolundan giden gençlerin destansı bir şekilde kahramanca ölümlerini izliyoruz. Perişan haldeki halkın onları yalnız bırakışı sanki gerçekçi bir bakış açısı sunuyor.
 

















 
Öyküden çok etkilensem de -mutemelen sinemasal açıdan anlatımı da o ölçüde başarılı- bence bu roman lise yıllarında okunması gereken büyük bir klasik, bir destan. Çünkü her şey çok romantik, bir tarafta iyiler, bir tarafta kötüler, bir görüşte aşık olan insanlar, aşkı uğruna ölenler, ayrılıklar, mektuplar... belli bir yaştan sonra açlığa, yoksulluğa, sokağı bilmeyen genç devrimci Marius gibi değil de daha olgun olarak bakabiliyor insan, zaten hayat okulundan geçmiş, hancının kızı da ona "hiçbir şey bilmiyorsun" diyor...
 



Uzun Boylu Esmer Adam

Bu hafta sinemada izlediğim ikinci film, kadın erkek ilişkileri üzerine yapılmış bir Woody Allen filmi, Uzun Boylu Esmer Adam. Çok basit gelse de sıkıcı bulmadım, sonuna kadar izeleyebildim. Herkes kendine göre bir şeyler çıkarabilir bu filmden, örneğin mutsuzluk. Elbette evlilerin ayrılması, sevgilerin bitmesi, insanların sevgilerine karşılık bulamaması, aşkı kaybedenler, para ile bulduğunu sananlar, nişanlısını evlenme gününde terk eden genç kız vs. hepsi üzüntü verici ama bir anlamda hayatın gerçeği sanki. Kadın erkek ilişkileri çok karmaşık ve çok bilinmeyenli bir denklem gibi. Öyle sonsuza dek sürecek büyük mutluluklar sanki bir tek romanlarda, gerçek hayatsa öyle dinamik işliyor ki her an bir şeyler değişebiliyor, belki bu karmaşıklığı baştan kabul etmek her şeyi daha kolaylaştırabilir. Hatta insan yazgı diyip kendini de kandırabilir, böyle daha kolay olacaksa...

 
 

14 Mart 2013 Perşembe

İngiltere izlenimleri

İngiltere'yi bu denli farklı kılan, dünyanın merkezinden uzakta bir ada devleti olması mı yoksa eski güneş batmayan imparatorluk döneminden kalan ihtişamı mı? Muhtemelen bunların ikisi ve daha fazlası, ne de olsa dünyadan uzakta ve yalıtılmış olunca kimseden pek etkilenmeden her şey kendine özgü olabiliyor. Bir de buna zenginlik eklenince -ne de olsa eski günlerinden uzak olsa bile, halen daha dünyanın en gelişmiş ülkelerinden biridir- kendi özgünlüklerini koruyabiliyorlar.

(Prens William ve Kate Middleton)
 
Trafikleri soldan akıyor, sokakları daracık, evleri bahçeli, polisleri atlı vs. her şeyde kendine has bir İngilizlik bulunuyor. Halkı da imparatorluğun soyluluğundan etkilenmiş, bu durum yüksek gelir düzeyiyle birleşince son derece kibar konuşan, hareket eden insanlar ortaya çıkıyor, değişik bir havaları var. Tabi Londra'da İngilizden başka her milletten insan var, aşırı kozmopolit, ama sanki onlar da atmosfere kaptırmış kendini.
 
İngilizler aristokrasileri ile ünlüler ki, gerçekte bunun dünyada eşi benzeri yok. Tüm dünyada birçok ülkede geçmişe özlem duyulup eski aristokrat geleneklerin koruması istenmişse de kimse bunuİngilizler gibi başaramamış. Ya hep eline yüzüne bulaştırmışlar, dayanamamışgeri gelen monarşi, tekrar gitmiş, yıkılıp yok olmuşlar ya da sadece adlarıkalmış. Oysa İngilizler bunu başarabilmiş, çünkü onlar hem bir ada ülkesi, dünyadan yalıtılmış, hem de asil geleneklerini koruyacak kadar varlıklılar.
 
Not: Ne zamandır futbolla pek ilgilenmiyordum, Ryan Giggs'in halen daha Manchester United'da futbol oynadığını öğrenince afalladım, bu adam ben çocukken yıldız bir futbolcuydu, 40 yaşına gelmiş ve yine sol kanattan harikalar yaratıyormuş, duyunca çok şaşırdım, 1990 yılından beri aynı takımdaymış, hocası Alex Ferguson da 1986'dan beri. Çocukluğumdan ezbere bildiğim bir tezahuratı yazayım,
 
Ryan Giggs, Ryan Giggs, runnig down the wings...
 
 
(Ryan Giggs, yılın futbolcusu ödülü, 2009) 

4 Şubat 2013 Pazartesi

Hak mücadelesi


Kamu personeli orta yaşlarda bir kadınla bir erkek iki iş arkadaşının dakikalarca yaptığı sohbet hükümete yakın bir sendikanın dağıttığı eşantiyon çanta, kalem, masa takvimi vb. üzerineydi. Erkek olana vermemişler, gidip istesinmiş, temsilcisi kimmiş, sendikaya aylık maaşlarından ne kadar kesinti oluyormuş, çanta nasıl bir çantaymış…


Hak arama mücadelesi artık böyle bir şey olsa gerek, bilinçsiz bir toplum yaratma ve insanların bilinçlerini başka alanlara yönlendirme açısından bu diyalog başarının bir göstergesi gibi duruyor. 

17 Ocak 2013 Perşembe

Yüzündeki yara


Terk edilmek insanın işinden kovulmasına çok benziyor. Artık ne söylersen söyle, ne yaparsan yap kapı dışarıdasın işte, bitti, geri dönmen bir mucize, ister debelen, ister bağır, çağır ya da çok asil bir şekilde başın dik ayrıl, pek fark etmiyor, kapının dışındasın artık. Bütün emeklerin, yaşananlar, hepsi uçup gidiyor, masan, sandalyen, eşyaların, yaptıkların, senin sözün geçmiyor artık, karışamıyorsun, bir şeye müdahale edemiyorsun, dışarıdasın, orada başka bir yaşam sürüyor, sensiz. Konuşmamak için kendini tutuyorsun, zorluyorsun, ama konuşsan da ancak komik duruma düşersin herhalde. Artık dışarıda yediğin iş yemekleri ya da stresli kavgalar da yok. Yapayalnız ve bir boşlukta kalıyorsun; ama hayat devam ediyor. İş arama süreci çok daha başka bir sıkıntılı süreci kendinde getiriyor. Başvurular, mülakatlar, denemeler ve yanılmalarla geçiyor bu sancılı süreç ve hayat devam ediyor. Bazen o kapının da önünden geçiyorsun ya da aklına düşüyor, işsizsin ve de yalnız! Bir de çevrendeki insanların sana bakışı değişiyor sanki, toplum dışı yaratık oluyorsun birden ve uzak duruyorsun onlardan. Kimsenin vazgeçilmez olduğunu biliyorsun ama yine de vazgeçilmek ruhunu yaralıyor.



Ne güzel bir sözmüş bakalım, "Yiğitçe alınmış bir yara, soylu bir yara, onurun ve soyluluğun nişanıdır." ama işte karın doyurmuyor bu güzel sözler. Tüketim toplumunun çarklarına girince bir kere, Shakespeare okuyacağına Amerikan dizilerini izlemelisin! Yeni hayat orada, alabildiğince bir tüketim, haz, zevk var. Hayat o kadar kalabalıklaştı ki, kimse senin yüzündeki yarayı göremez. Eğlenmek lazım onlarla, dönen çarka kapılmak, sevişmek, gülmek... Biri seni terkettiğinde başka birini takmak koluna. Olabildiğince haz, zevk, tüketim... Mail, mektup beklemek de neymiş, iki satırlık tweetler, sms mesajları, face'ye eklemeler var artık, Foursquare'den yerini güncelle. Bütün yollar Roma'ya çıkar ne de olsa, bak bakalım kim varmış çevrende, Teodora ya  da Cleopatra gibi makyaj yapmış, kokular yayan bir kadın, gözleri sürmeli, Mısır'ın zehirleri var içerisinde, iç onu, çek içine. Çabuk ol, ABD başkanı, esmer Sezar Obama gelip alacak onu elinden, gül gül gül, kaybolup gideceksin, başın dönecek, düşeceksin tüketim çarkında...

fly Pan-Am
drink Coca Cola

15 Ocak 2013 Salı

Eğitimli gericilik


Sanayi devrimiyle birlikte bilimin önemi arttı ve bu yönde eğitim almış insan ihtiyacına bağlı olarak yeni bir aydın sınıfı oluştu. Bu yeni sınıf eğitimin getirdiği üstün niteliklere sahipti ve toplum içinde daha seçkin bir konumda bulunuyordu. Doğal olarak bu yeni sınıf, yeni toplumun öncülüğünü yapmak, eski değerlerden kurtulmak gibi bir konuma sahipti. Buna aydınlanma felsefesi dendi, yol göstericileri bilimdi. Eski değerleri (kadercilik, bilinemezcilik, boyun eğme vs.) savunanlar karşılarında pek fazla tutunamadılar -kavga uzun sürdü ama sonunda kaybettiler- ama sonradan yeni gericilik ortaya çıktı.



Türkiye de ister istemez sanayi devriminden etkilendi ve değişimi yaşadı. Önce yurt dışına eğitime giden Jöntürkler bir aydınlanma felsefesi ile geri döndüler ve ülkelerinde reform yapmak istediler. Onları ittihatçiler ve Cumhuriyet devrimi izledi. Eğitimli, aydın insanlar bizim ülkemizde de artış gösterdi. Köyünden şehre gelen gençler eğitim alıp yeni aydın sınıfa katıldılar. Elbette bu insanlar birçok gerici geleneğe karşı çıkıyor, şehirde yeni bir yaşam kuruyordu kendine. Erkekler eşlerini kendileriyle eşit görüyor, çocuklarını da bu aydınlanmacı felsefeye göre yetiştiriyordu vs.

Fakat bu noktada bir kırılma yaşandı, gerici düşünce bilmin ya da eğitim görmenin önemini kavradı, yaşanan revizyonda insanlar ideolojik tutuculuklarını değiştirmeden bilmin içinde yer aldı. Böylece bazı gerici kadrolar yoğun bir eğitime tabi tutuldu, tüm üniversite olanaklarından yararlandırıldılar, daha ileride akademik unvan kazandılar, yurt dışına gönderildiler. Aldıklarıeğitimin niteliği bir yana, fakat o aydınlanmacı felsefeye hiç bulaşmadılar. Kendi konularında ne kadar uzman oldukları, nasıl yabancı dil konuştukları yine bir yana, sorgusuz sualsiz Darwin’e karşıydılar, kitapların basımınıdurdurabiliyorlardı.