26 Temmuz 2011 Salı

Bugünün liberali

 
Serbest piyasa mekanizması ile birlikte liberal düşünceler gelişir. İnsanlar başta din ve milliyetçilik olmak üzere muhafazakar ya da tutucu belirli saplantılardan kurtulur, yerleşik inançları, gelenekleri, görenekleri sorgulamaya başlar, daha özgürlükçü düşünceler geliştirir. Karşısındaki insanların dünya görüşlerine ve inançlarına saygılı olduğunu, bunlarla ilgilenmediğini, bunları sorun etmeyeceğini beyan eder. Siyasetten hoşlanmaz, merkezde, tüm görüşlere açık olduğunu söyler. Din konusunda sorgulayıcıdır, milliyetçi ve anti-emperyalist söylemlere mesafelidir, devletçiliğe karşı, özelleştirmelerin savunucusudur. Adaletin yanındadır, her zaman hukukun tam olarak işlemesini ister. Kaba kuvvete, dost, ahbap, hemşerilik ilişkilerine karşıdır, piyasanın kurallarına göre işlerin yürümesini ister.

Pratikte ise muhafazakar ve liberal düşünceler birbiriyle iç içe geçmiştir. Konumları gereği bazı tüccarlar muhafazakar görüşlere yakın olurken bazıları da daha liberal olacaktır. Ama yine de en liberal gözükenler bile kendisine çıkar sağlamak uğruna eski tarz ilişkilere geri dönecektir: kimi zaman ahbaplık ilişkilerini devreye sokacak, kaba kuvvet kullanacak, hukuku hiçe sayacakken; en muhafazakarlar da yeri geldiğinde "hukuk istiyoruz" diye feryat edebilecektir. Bir tutarlılık beklememek gerekir, tek tutarlı olacakları yer kişisel kazançlarıdır.


9 Temmuz 2011 Cumartesi

Rönesans'ta kadın ressamlar

Bir alıntıdır:
 
En ünlü ve en üretken Rönesans sanatçılarının hepsi erkekti; kadın mimar yoktur; adı bilinen tek kadın heykeltıraş Properzia de' Rossi'dir (1490-1530). Ressam olarak çok ün yapmış birkaç kadın vardı. Üslupları açısından yapıtları birbirlerinden çok fark­lıdır, ama kariyerleri birçok benzerlikler içermektedir. Kadın res­samların çoğu ressam kızıydı. Adı bilinen en eski kadın ressam­lardan olan Caterina van Hemessen (1528-1587'den sonra öldü) tablolarına "Caterina, Jan van Hemessen'in kızı" diye imza ata­rak bu ilişkinin öneminin farkında olduğunu gösteriyordu. Res­sam kızı olmayanlar çoğunlukla aydın insanların veya aydınlarla veya sanat çevreleriyle ilişkileri bulunan küçük soyluların kızla­rıydı. Birçoğu, ya en büyük kız evlattı veya erkek evlat bulunma­yan ailelerden geliyorlardı ve dolayısıyla babaları onların kariyer­lerine olağanüstü bir ilgi gösteriyordu. Kadın ressamların önemli bir çoğunluğu aristokrat ailelere mensuptu; oysa erkek ressamla­rın çoğu esnaf ailelerden geliyordu. Kadınların çoğu kariyerlerine daha yirmi yaşına gelmeden başlamışlardı ve evlendikten sonra çok az sayıda resim yapmış veya resim yapmayı tamamen bırak­mışlardı. Evlenenlerin çoğu ressamla evlenmişti. Kadın ressamlar, çok az sayıda kadın ressam olduğu zamanlarda çok daha başarı­lı oluyorlardı; çünkü o zaman bir yenilik olarak değerlendiriliyor­lardı. Bu durum sanatıyla uluslararası bir ün kazanan ilk kadın italyan olan Sofonisba Anguissola (1532/5-1625) için geçerliydi. Anguissola, on yıl İspanya Kralı II. Felipe'nin saray ressamı ola rak çalıştı; bir portre ressamı olarak son derece ünlüydü. Lavinia Fontana (1552-1614) ve Fede Galizia (1578-1630) gibi onu mo­del alan kadınlar hiçbir zaman onun kadar övülmediler ve sipariş aldıklarında insanlar onların bu başarılarına karşı öfkelerini açıkça dile getirdiler.

Kadınların çıplak erkek vücudu çalışmalarına izin verilmiyor­du; oysa bu, içinde birçok figür bulunan büyük tarihi tablolar yapmak isteyen birisi için zorunlu sayılıyordu. Bu nedenle kadın­lar genellikle portre ve az sayıda konu işleyen küçük tablolar ve­ya 17. yüzyıla gelindiğinde, natürmort ve iç mekân sahneleri çizi­yorlardı. Kadınlar, boyaların yaş sıva üzerine doğrudan uygulan­dığı duvar resmi yapma tekniğini de bilmiyorlardı çünkü bu tür çalışmalar açık alanlarda yapılıyor ve kadınlar için uygun kabul edilmiyordu. Edep ve ahlak kaygıları kadınların kullanabileceği yöntemleri ve konularını kısıtlıyordu.

 
(Sofonisba Anguissola) 


16. yüzyıl ilerledikçe, ahlaki kaygılar kadın sanatçıların yapıt­larından çok daha fazlasını şekillendirdi. Katolik yazarlar dini tasvirlerin ortadan kaldırılmasını isteyen Protestanlara karşı, dini tasvirlere saygı gösterilmesini savunuyorlardı, ama onlar da insa­nın resmedilmesinde terbiyeye ve edebe uygunluk olması gerekti­ğini söylüyorlardı. Çıplaklık, hatta bebek İsa'nın veya martirlerin çıplaklığı bile onları özellikle rahatsız ediyordu, Michelangelo'nun Son Akşam Yemeği tablosundaki çıplak insanların beden­lerinin belli bölgelerinin boyayla kapatılmasını tartışıyorlardı. Tüm Avrupa'da dini ve seküler yetkililer kamu düzeninin ve ede­binin tehdit altında olduğunu düşünüyor ve halkları ahlaklı veya edepli bir yaşam sürmeyen topluluklara veya şehirlere Tanrı'nın iyi gözle bakmayacağına inanıyorlardı.  (Merry E. Wiesner-Hanks,  Erken Modern Dönemde Avrupa sf 219-220 İş Bankası Kültür Yayınları 2009)

6 Temmuz 2011 Çarşamba

Ortalama Üniversite Öğrencisi

Ezbere dayalı, test sistemiyle gelmiş ilk ve ortaöğretim eğitiminden sonra üniversiteye gelen kişi burada da pek farklı olmayan bir ortamla karşılaşır. Derslere devam zorunluluğu vardır, koskoca profesör olmuş insanlar sınıfta yoklama yaparlar, kafa sayarlar imza sayısı ile derste bulunan kişi sayısı aynı mı diye kontrol ederler. Derslerdeki ezberci sistem üniversitede de devam eder. Sürekli teorik dersler vardır, uygulama ya göstermelik tarzda laboratuar ortamında yapılır ya da imkansızlıklardan hiç yapılmaz. Gerçek hayattan kopuk bir hale gelen derslere çoğu öğrenci de ilgi göstermez. Derslere olan bu ilgisizliğin bir nedeni de mezuniyet sonrasındaki belirsizlikle ilgili oluşudur. Yani kişinin gelecekte nasıl bir işte çalışacağı belli olmadığı için kendisini bu konuda geliştirme ihtiyacı içinde olmaz. Buna bağlı olarak öğrenciler vaktinin çoğunu kantinde geçirir, sigara içer, popüler şarkıları dinler, muhabbet eder, mecburiyetten derslere girer, pür dikkat dinlemez dersi, uyur. Ev ya da yurt ortamında yine çay, kahve, sigara eksik olmaz. Muhafazakar değilseler bazen de içki olur. Çorba, makarna, basit yemeklerle günü geçiştirirler, akşamları dizi izlerler, hafta sonları Okan Bayülgen ya da Beyaz Şov türü programların müdavimlerindendirler. Yine evde vizyondaki filmleri izleme alışkanlıkları da kesinlikle bulunur. Dört büyük takımdan birinin taraftarıdır ya da yerel takımları birinci ligdeyse onu da görmezden gelmezler. Erkekler arasında maç muhabbetleri, rekabet eksik olmaz, bahis kuponları doldurabilirler, kendilerini bu işe çok kaptıranlar da vardır, ikinci, üçüncü ligleri, İskandinavya'daki maçları bile takip edebilirler. Bu şekilde vize ve final haftaları gelir. Bu dönemlerde eve kapanıp yoğun bir şekilde ders çalışmak söz konusudur bu insanlar için. Böylece ezberlenen derslerle sınıflar geçilir. Genelde ilk seneler derslere biraz uzak durur öğrenciler, bolca avarelik yaparlar. Son sınıfa yaklaştıkça iş ciddileşir ve daha çok asılırlar, geçerler birer birer derslerini. Bunun yanında üniversite öğrencileri büyük maddi zorluklar yaşarlar, özellikle ilk yıllar dışarıdan gelenler için çok zor geçer. Yurt sorunu, ev sorunu, alışma sorunu derken yavaş yavaş çevreye adapte olmaya başlarlar. Ortalama üniversite öğrencisi bu yıllarda sefil bir yaşam sürer, çünkü ailesi zengin değildir, öğrenim kredisi ile aylık geliri biraz desteklenir, belki küçük bir burs da alıyor olabilir. Görünüşte yiyip içip yatar, fakat aslında tipik bir işsizdir, sadece temel ihtiyaçlarını karşılar, başka bir lüksü yoktur. Bunun sonucu olarak üniversite yaşantısını teorik bazı bilgilerle donatılmış olarak tamamlar; sosyal, insani, hatta mesleki becerileri bu dönem içinde gelişecek bir ortam bulamaz. Üniversite yıllarında bir sanat faaliyetinde, sportif çalışmada bulunmamış, böyle bir etkinlik içinde yer almamıştır. İzlediği tiyatro, müzik konseri sayıları bir elin parmağını geçmez. Ülke içinde ya da dışında seyahat etme, farklı mekanlar görme, çeşitli bilimsel çalışmalar, projeler içinde bulunma olanağı elde etmemiştir. Çevresine kayıtsızdır, olaylara izleyicidir, olumsuzlukları kanıksamıştır.



Mezuniyet sonrası iş yaşamında farklı bir dünya ile karşılaşır. Böylesine yetersiz bir eğitimin ardından iş yaşamının kuralları çerçevesinde kendisini mevcut şartlara göre geliştirir. Fakat alt yapı yetersizliği her zaman kendini hissettirecektir.