9 Temmuz 2011 Cumartesi

Rönesans'ta kadın ressamlar

Bir alıntıdır:
 
En ünlü ve en üretken Rönesans sanatçılarının hepsi erkekti; kadın mimar yoktur; adı bilinen tek kadın heykeltıraş Properzia de' Rossi'dir (1490-1530). Ressam olarak çok ün yapmış birkaç kadın vardı. Üslupları açısından yapıtları birbirlerinden çok fark­lıdır, ama kariyerleri birçok benzerlikler içermektedir. Kadın res­samların çoğu ressam kızıydı. Adı bilinen en eski kadın ressam­lardan olan Caterina van Hemessen (1528-1587'den sonra öldü) tablolarına "Caterina, Jan van Hemessen'in kızı" diye imza ata­rak bu ilişkinin öneminin farkında olduğunu gösteriyordu. Res­sam kızı olmayanlar çoğunlukla aydın insanların veya aydınlarla veya sanat çevreleriyle ilişkileri bulunan küçük soyluların kızla­rıydı. Birçoğu, ya en büyük kız evlattı veya erkek evlat bulunma­yan ailelerden geliyorlardı ve dolayısıyla babaları onların kariyer­lerine olağanüstü bir ilgi gösteriyordu. Kadın ressamların önemli bir çoğunluğu aristokrat ailelere mensuptu; oysa erkek ressamla­rın çoğu esnaf ailelerden geliyordu. Kadınların çoğu kariyerlerine daha yirmi yaşına gelmeden başlamışlardı ve evlendikten sonra çok az sayıda resim yapmış veya resim yapmayı tamamen bırak­mışlardı. Evlenenlerin çoğu ressamla evlenmişti. Kadın ressamlar, çok az sayıda kadın ressam olduğu zamanlarda çok daha başarı­lı oluyorlardı; çünkü o zaman bir yenilik olarak değerlendiriliyor­lardı. Bu durum sanatıyla uluslararası bir ün kazanan ilk kadın italyan olan Sofonisba Anguissola (1532/5-1625) için geçerliydi. Anguissola, on yıl İspanya Kralı II. Felipe'nin saray ressamı ola rak çalıştı; bir portre ressamı olarak son derece ünlüydü. Lavinia Fontana (1552-1614) ve Fede Galizia (1578-1630) gibi onu mo­del alan kadınlar hiçbir zaman onun kadar övülmediler ve sipariş aldıklarında insanlar onların bu başarılarına karşı öfkelerini açıkça dile getirdiler.

Kadınların çıplak erkek vücudu çalışmalarına izin verilmiyor­du; oysa bu, içinde birçok figür bulunan büyük tarihi tablolar yapmak isteyen birisi için zorunlu sayılıyordu. Bu nedenle kadın­lar genellikle portre ve az sayıda konu işleyen küçük tablolar ve­ya 17. yüzyıla gelindiğinde, natürmort ve iç mekân sahneleri çizi­yorlardı. Kadınlar, boyaların yaş sıva üzerine doğrudan uygulan­dığı duvar resmi yapma tekniğini de bilmiyorlardı çünkü bu tür çalışmalar açık alanlarda yapılıyor ve kadınlar için uygun kabul edilmiyordu. Edep ve ahlak kaygıları kadınların kullanabileceği yöntemleri ve konularını kısıtlıyordu.

 
(Sofonisba Anguissola) 


16. yüzyıl ilerledikçe, ahlaki kaygılar kadın sanatçıların yapıt­larından çok daha fazlasını şekillendirdi. Katolik yazarlar dini tasvirlerin ortadan kaldırılmasını isteyen Protestanlara karşı, dini tasvirlere saygı gösterilmesini savunuyorlardı, ama onlar da insa­nın resmedilmesinde terbiyeye ve edebe uygunluk olması gerekti­ğini söylüyorlardı. Çıplaklık, hatta bebek İsa'nın veya martirlerin çıplaklığı bile onları özellikle rahatsız ediyordu, Michelangelo'nun Son Akşam Yemeği tablosundaki çıplak insanların beden­lerinin belli bölgelerinin boyayla kapatılmasını tartışıyorlardı. Tüm Avrupa'da dini ve seküler yetkililer kamu düzeninin ve ede­binin tehdit altında olduğunu düşünüyor ve halkları ahlaklı veya edepli bir yaşam sürmeyen topluluklara veya şehirlere Tanrı'nın iyi gözle bakmayacağına inanıyorlardı.  (Merry E. Wiesner-Hanks,  Erken Modern Dönemde Avrupa sf 219-220 İş Bankası Kültür Yayınları 2009)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder