Bir sistem eleştirisi yapılacaksa bunu da biz yaparız mantığıyla çekilmiş Avatar filmi. Böylelikle insanların kendilerini daha güvende, daha demokratik bir ortamda yaşadığı duygusu pekiştirilmiş oldu. 1984 vari tümüyle kuşatılmış, insanların bir köle gibi yaşamaya mecbur bırakılmadıklarını hissedilmesini film önlüyordu. Elbette insanlar filmden çıktıktan sonra emperyalist devletlerin gerek Afrika, Asya kıtasında, gerekse Amerika kıtasında ve güncel olarak koalisyon güçlerinin Irak’taki işgallerinin filmde anlatıldığını söyleyecekti. Sömürü için Amerikalıların yerlileri yok etmesi, doğaya acımaması gibi gerçekler bu filmde anlatılıyordu. Ticari kaygılarla, klişelerle dolu Hollywood sinemasından böyle bir eleştirel-siyasal film çıkıyordu.
Bu filmde belki insanlara belirli mesajlar verilmek istenmiş, toplumsal duyarlılıklarına dikkat çekilmek istenmiştir; fakat burada da ciddi sorunlar bulunmaktadır. İlk başta iyi kalpli yerlilerle, kötü kalpli beyazlar vardır. Beyazlarda büyük bir para hırsı, doğaya karşı acımasızlık, yakıp yıkma ve yok etme güdüsü hâkimken yerliler doğa ile tam bir uyum içerisinde, mutlu mesut yaşamaktadır; hatta yerliler sporcu, sağlıklı insanlardır. Bu durum elbette gerçeği yansıtmamaktadır, hiçbir zaman böyle siyahla beyaz gibi ayrılıklar söz konusu olmayacaktır. İkinci olarak sömürü bin bir yolla yapılır. Bazen kaba kuvvet uygulanırken bazen daha kansız yöntemler kullanılır. Sömürücüler bazen adam satın alır, bazen kabileleri birbiri ile savaştırır, arabulucu olur, bazen bir grup sömürgelerle işbirliği yapmak ister, birileri kraldan çok kralcı olur vs. Filmde bu karmaşık süreçlerden pek bahsedilmemiş. Üçüncü olarak Amerikalılar mutlak bir savaş gücü üstünlüğüne sahipken yerlilerin oklarla savaşması da epey gerçek dışıdır. Bir şekilde onlar da kendilerini savaşacak halde donatmayı düşünecektir. Filmde yerlilerin kurtuluşu mistik, doğaüstü güçlerin yardımıyla gerçekleşmektedir ki, en fazla eleştiri bu noktaya getirilebilir. İnsanlara kurtuluşunuz mucizelere bağlı denmektedir herhalde.
Sonuç olarak filmde hem sömürgeciliğe karşı bir eleştiri getirilerek bu alandaki ihtiyaç karşılanmış, fakat hem de gerçeklerden farklı, oldukça yüzeysel bir anlatım sergilenmiştir. Zaten izleyiciden de çoğunlukla böyle bir talep gelmemektedir, mevcut düzey yeterlidir. İnsanların bilinçlerinde ise sömürüye karşı mutlak bir karşı çıkış da bulunmamaktadır, bir ülkeyi sömürmenin zenginlik getireceği düşünülür. Amerikan halkının Irak işgalini desteklemesi gibi Türkiye'de de birçok kişi bu rüyalarla yaşamaktadır. Özal'ın Musul'a girip, bir koyup üç alma söylemi bunun bir yansımasıdır.
Sonuç olarak filmde hem sömürgeciliğe karşı bir eleştiri getirilerek bu alandaki ihtiyaç karşılanmış, fakat hem de gerçeklerden farklı, oldukça yüzeysel bir anlatım sergilenmiştir. Zaten izleyiciden de çoğunlukla böyle bir talep gelmemektedir, mevcut düzey yeterlidir. İnsanların bilinçlerinde ise sömürüye karşı mutlak bir karşı çıkış da bulunmamaktadır, bir ülkeyi sömürmenin zenginlik getireceği düşünülür. Amerikan halkının Irak işgalini desteklemesi gibi Türkiye'de de birçok kişi bu rüyalarla yaşamaktadır. Özal'ın Musul'a girip, bir koyup üç alma söylemi bunun bir yansımasıdır.
Filmin sonunda iyilerin kazanması(Amerikalıların ülkeden terk edilişi), Hollywood sinemasının bir özelliğidir, çünkü insanlar sinemadan üzgün ayrılmamalıdır, mutlu olmalıdırlar. Oysa batının bu tür siyasi filmlerinde alışık olduğumuz şey, bu şekilde vatanı için, düşünceleri için mücadele eden insanların sonunda kaybetmesi, bazı arkadaşlarının davayı satması, güçlülerin kazanması şeklinde, insanı umutsuzluğa sürükleyen yapımların olmasıdır. Demek ki bu kadar yüksek bütçeyle çekilen bir filmde insanları böyle karamsarlığa sürüklemenin doğru olmayacağı düşünülmüş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder